O elîm halette iken, gördü ki, makinenin hakikî maliki tarafından gelen bir adam der ki:

Seyyidim senden bu emaneti satın almak ister. Ta ki bu dereye sukutunla faydasız kırılmasın, muhafaza etsin. Ve sen dereden çıktıktan sonra, kırılmayacak bir sûrette yine sana teslim edecek.

Hem o âletleri ve mizanları, geniş bostanlarında ve kıymettar maden ve hazinelerinde istimal edeceği için, o âletler ve o mizanlar gayet kıymettar neticeler ve çok ücret ve semereler verirler ki, bütün o kârı sen alırsın. Şayet satmazsan, kıymetsiz ve âdi birer âlet olarak kalacak. O acip ve nâzik âletleri gayet daracık evinde ve küçücük haşin tarlanda istimal edip kıracaksın, ateşe atacaksın.

Hem sana büyük bir fiyat verecek. Hem dağda bulundukça senin elinde kalacaktır. Yalnız yukarı kulpunu, yukarıdan indirdiği bir zincirle bağlamak ister. Ta ki sıkletini senden alıp sana ağırlık vermesin. Külfeti seni tâciz etmesin. Eğer bey’i kabul edersen, seyyidimin hesabıyla, onun namıyla ve onun izni dairesinde güzelce tasarruf et. Ne hüzün çek ve ne de havf et. Nasıl bir nefer atını devlete satar. Kendi de asker olur. Atının üzerine biner. Masârıfı devlete ait; keyif ve safasını o nefer çeker. Eğer ölse, “Devletimin canı sağ olsun” der.

Şayet bu beş derece kârlı bey’i kabul etmezsen, beş derece hasaret içinde emanete hıyanet edeceksin; zâyi olunca, mes’uliyeti kazanacaksın.

İşte temsili anladın. Şimdi hakikate bak:

Evet, o dağ, arzdır. Miskin adam da, fakir insandır. Zelzele de, zeval ve firaktır. Dere de, kabirle âlem-i berzahtır. O makine havas ve cihazat ve letâif âletleriyle mücehhez, senin vücud-u hayattarındır. Görüyorsun ki, bunlar bozuluyorlar, faydasız gidiyorlar. Satın almak isteyen, senin Hâlıkındır. O Hâlıkın, Resulü vasıtasıyla der ki: “Şu emanetimi, güya senin malın imiş gibi Bana sat, ta zâyi olmasın. Hem zararlı bir sûrette fena bulmasın. Sen bâki ve meyvedar bir sûrette o malına tekrar kavuşabilesin. Hem o hayat içindeki cihazat ve letâif Benim namım ve hesabımla istimal edildiği vakit, nihayetsiz kıymettar ve hadsiz semerat-ı bâkiye verecek.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, şaşırtıcı, hayret verici
âdi : basit, normal, sıradan
âlem-i berzah : öldükten sonra ruhların kıyamete kadar kalacakları mânevî âlem, kabir âlemi
arz : dünya
bâki : devamlı, kalıcı
bostan : bahçe
cihazat : cihazlar, donanımlar
fena bulmak : yok olmak, son bulmak
firak : ayrılık
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat : gerçek
Hâlık : herşeyin yaratıcısı olan Allah
hasâret : zarar
haşin : sert
havas : duyular, hisler
havass-ı insaniye : insanın duyguları
havf etmek : korkmak
hıyanet : hainlik, ihanet
istimal : kullanma
kıymettar : kıymetli, değerli
kitab-ı kebir-i kâinat : büyük kâinat kitabı, kâinat
külfet : yük, zorluk
letâif : lâtifeler, duyular; insanın yapısındaki ince duyu ve duygular
masârıf : masraflar, giderler
meyvedar : meyveli, meyve veren
miskin : zavallı
mizan : ölçü, tartı
muhafaza etmek : korumak
mücehhez : cihazlanmış, donanmış
mütalâacı : etraflıca inceleyip düşünen
nam : ad, unvan
nefer : asker, er
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
Resul : elçi, peygamber
safâ : neşe, zevk, gönül hoşluğu
semerat-ı bâkiye : kalıcı meyveler, neticeler
semere : meyve, netice
seyyid : efendi, sahip
sıklet : ağırlık
sukut : alçalma, düşme
sûret : biçim, şekil
tâciz : rahatsız etmek
tasarruf etmek : kullanmak
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
vücud-u hayattar : canlı beden
zayi : ziyan
zelzele : deprem, sarsıntı
zeval : geçip gitme, yok olma
elîm : acı ve sıkıntı veren
hakikî : asıl, gerçek
Yükleniyor...