Yalnız şu azab-ı vicdaniyeden bizi kurtaracak iki çaremiz var.

Birisi: Gayet sarhoş olmalıyız.

Diğeri: İnsaniyetten tecerrüd edip vahşi, hodendiş bir kalbi taşımalıyız ki, selâmetimiz için bu iki çare bize bütün halkın helâketini unuttursun ve bizi müteessir etmesin. Hem, bir parça ahmak da olmalıyız ki, bütün halka şâmil bir belâdan kendimizi hariç zannetmeliyiz!

Ey Avrupa! Senin, bir gözü kör dehanla ruh-u beşere hediye ettiğin şu cehennemî hâleti sen de anladın. Sen, şu müthiş derde bir derman aradın. Bu derde şifa ve ilâç olan hüdâ-i Kur’ân’dan gözünü yumdun. Muvakkaten elemi hissetmemek için câzibedar lehviyatı, parlak ve okşayıcı hevesatı ilâç olarak buldun. Ve bunlarla beşerin hissini iptal ettin. Senin bulduğun bu derman, senin başını yesin ve yiyecek!

Ey hayal arkadaşım! Elbette anladın, şu yol, hayat yoludur ki, ehl-i gaflet ve dalâlet o yolda giderler. Bütün zîhayat onların nazarında o bîçare adama benzer. Mevt ve musibetler, o zâlimlere benzer. Daha başka noktaları sen tatbik edebilirsin.

Ey yoldaş ve ey tilmiz-i Avrupa! Gel, diğer yoldan, Kur’ân’ın talebelerinin arkalarından gidiyoruz. İşte bak: Her menzilde, her yerde, her adım başında, bütün yol boyunca birer asker, her kulübecik önünde vazife başında nöbet bekliyor. İşte, bak, kanun zâbitleri geliyorlar. Herkese terhis tezkereleri veriyorlar. İşte, her yerde bir sürurdur kopuyor. O memurlar, terhis olunan neferlerden silâhlarını, varsa atlarını ve mîrî libaslarını alıyorlar. Neferlerden, ameliyata muhtaç olanlar varsa, ameliyat-ı cerrahiye yapıyorlar. Sonra, terhis tezkeresini veriyorlar. Bu neferler, çendan ülfet ettikleri eşyalarından ayrılmak için zahiren bir hüzün gösteriyorlar; fakat bâtınen mesrur oluyorlar. Zira, o vazifenin külfet ve mes’uliyetinden kurtuluyorlar. Hem ettikleri hizmetlerine mukabil mükâfatlarını almak için vatan-ı aslîlerine dönüyorlar. Hem sultanlarına kavuşuyorlar. İşte, bak: O memurlar, bazan acemi ve kaba bir nefere rastgeliyorlar. Nefere, “Silâhını, atını teslim et. Sana izin vereceğiz” diyorlar. Nefer onlara diyor: “Ey efendiler! Sizi tanımıyorum. Ben devletin askeriyim, padişahın hizmetindeyim. Sonra huzuruna çıkacağım, yanına döneceğim. Eğer onun izin ve rızasıyla gelmişseniz, baş ve göz üstüne. Yok, cesaretimi tecrübe için emretmiş de rızası yoksa, yanlış geldiniz. Bendeki emanetini muhafaza ve sultanımın haysiyetini himaye yolunda bütün kuvvetimle sizinle müdafaa edeceğim.”
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ameliyat-ı cerrahiye : cerrahî müdahele, ameliyat işlemi
bâtınen : iç yüz açısından
bîçare : çaresiz
çendan : gerçi, her ne kadar
ehl-i gaflet ve dalâlet : gerçeklerden habersiz ve doğru yoldan sapmış kimseler
eşya : şeyler
âciz : güçsüz, savunmasız
ahmak : akılsız
âlâm-ı beşer : insanların elemleri ve acıları
gafil : gerçeklerin farkında olmayan
gàlip : daha kuvvetli, baskın
gasp etmek : zorla almak, haksız yere el koymak
gayet : son derece
hadsiz : sayısız, sınırsız
hâlet : hâl, durum
hane : ev
hariç : birşeyin dışında olan
hayvanat : hayvanlar
helâket : mahvolma, yok olma
hevesat : gelip geçici, nefsin hoşuna giden istek ve arzular
hodendiş : yalnız kendini düşünen, yalnız kendisi için endişe duyan
hüdâ-i Kur’ân : Kur’ân’ın insanlara sunduğu hak ve hidayet yolu
ifsad etmek : bozmak
insaniyet : insanlık
izah eden : açıklayan
kavî : güçlü, kuvvetli
lehviyat : nefsin hoşuna giden haram eğlenceler, fantaziler
matemhane-i umumî : herkesin yas tuttuğu yer
mazlum : zulme uğramış
muvakkaten : geçici olarak
müfsid : bozguncu, bozucu
müteellim olmak : üzülmek, acı duymak
müteessir etmek : etkilemek
ruh-u beşer : insan ruhu
selâmet : esenlik, rahatlık
semâ : gök
seyahat : yolculuk
sûret : biçim
şâmil : içine alan, kuşatıcı
taammüm etme : yayılma, yaygınlaşma
tahrip etme : yıkıp bozma
tecerrüd etmek : sıyrılmak, soyutlanmak
temsil : analoji, kıyaslama tarzında benzetme
tenezzüh : gezinti
tilmiz : talebe, öğrenci
vâveylâ : feryad
velvele : gürültü, bağrışma
haysiyet : itibar, şeref, değer
hayvanat : hayvanlar, canlılar
himaye : koruma
külfet : yük, ağırlık
libas : elbise
memur : görevli
menzil : yer, mekân, durak
mes’uliyet : sorumluluk, yükümlülük
mesrur : sevinçli, mutlu
mevt : ölüm
minval : biçim, yol, tarz
mîrî : devlete ait, devlet malı
muhafaza : koruma
mukabil : karşılık
musibet : belâ, sıkıntı, felâket
müdafaa etmek : savunmak
mükâfat : ödül
nazarında : gözünde, bakışında
nefer : asker, er
sada : ses
sürur : mutluluk, sevinç
tahşidat : yığınak yapma, birşeyin üzerinde fazla durma
tahşidat-ı askeriye : askerî yığınak
tehlil : “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur” mânâsındaki “lâ ilâhe illallah” sözünü söylemek
tekbir : “Allah en büyüktür, uludur” mânâsında “Allahu Ekber” demek
terhis olunan : görevi sona eren
terhis tezkeresi : vazifenin sona erdiğini gösteren belge
terhisat : görevlerin sona ermesi
terhisat-ı askeriye : görevi tamamlanan askerlere terhis tezkeresi vererek serbest bırakma işlemleri
tevellüdat : doğumlar
tilmiz-i Avrupa : Avrupa öğrencisi; Batı felsefesinden ders alan, hayata bu gözle bakan öğrenci
ülfet etmek : alışmak
vatan-ı aslî : asıl vatan
vefiyat : vefatlar, ölümler
velvele-i tekbir ve teşekkür : “Allahu Ekber” ve teşekkür sesleriyle yapılan şenlik
zâbit : subay
zahiren : dış görünüş itibariyle
zâlim : zulmeden, acımasız
zîhayat : canlı, hayat sahibi, canlılar
zira : çünkü
Yükleniyor...