Bu düsturun çürüklüğünü gördün. Şimdi, “Her zîhayat nefsine maliktir” diye olan düsturun mahiyetini gör:

Zîhayat içinde en eşref ve ihtiyarca en geniş olan insandır. Hâlbuki, insanın, ef’âl-i ihtiyariyesi içinde en hafifi ve en zâhiri, söz söylemesi ve yemek ve içmesi ve düşünmesidir. Hâlbuki, insanın bunlarda dest-i ihtiyarının müdahalesi ne kadar az olduğu, azıcık düşünmekle anlaşılır. Hâlbuki, mahlûkatın en eşrefi olan insanın eli, tasarruf-u hakikîden bu derece bağlı olsa, başka hayvanat ve cemadat, sırf birer memlûktan ve Hâlıkın hesabıyla dönen ve çalışan birer mahlûk-u musahhardan başka birşey değillerdir.

Sair esasatın, bu iki esasın gibi esassızdırlar. Seni bu hatâya düşüren, senin yek-çeşm dehândır. Çünkü sen Rabbini unuttun. Hikmet-i san’at-ı Rabbaniyeye “kör tabiatnamını taktın. Âsâr-ı rahmeti, o mevhum tabiata istinad ederek, esbaba isnat ettin, küfrana başladın. Allah’ın malını bazı şeytan tağutlara taksim ettin, küfre girdin. İşte bu dalâletindendir ki, senin nazarında her bir insan, belki her bir hayvan, nihayetsiz hâcâtının tahsili için, hesapsız düşmanlarına karşı tek başıyla mücadele ve musaraa etmeye muztardır. Fakat neyle, hangi silâhla?

Evet, zerre gibi bir iktidar, saç gibi bir ihtiyar, zevale mâruz lem’a gibi bir şuur, intifaya mâruz şule gibi bir hayat, kısalıkta, dakika gibi bir ömürle musaraa etmek lâzım gelir. Hâlbuki, bütün elinde olanı sarf etsen, hadsiz metalibinden birisini de tahsile kâfi değil. Bir musibete düşsen, kör, sağır esbabdan istimdat edersin. İşte karanlıklı dehân, beşerin edyân-ı semâvî nuruyla gündüz rengini almış ömrünü geceye tebdil etti. Yalnız o muzlim geceyi, yalancı ve müstehzî bazı ışıklarla tenvir etmişsin.

İşte her bir zîhayat, evvelki yolda gördüğümüz bîçare adama benzer ki, sahipsiz ve âciz oldukları halde, hadsiz merhametsiz zâlimlerin hücumuna mâruzdur. Bütün dünya bir matemhane-i umumî, yani zikirhane olan dünyayı, bir matemhane şeklinde gösterdin. Tesbihat olan asvâtı, elîm firak ve zeval vaveylâları tarzında işittiriyorsun.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âsâr-ı rahmet : Allah’ın sonsuz rahmet ve şefkatini gösteren eserler
beşer : insanlık
cemadat : cansızlar, cansız varlıklar
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık
dehâ : felsefeyle eğitilmiş olağanüstü zekâ ve akıl
dest-i ihtiyar : irade ve seçim gücünün eli
düstur : kaide, kural
abd : kul
abd-i aziz : izzetli kul; Allah’tan başkasına müracaat etmeyen ve minnet duymayan kul
âciz : güçsüz, zayıf
acz : âcizlik, güçsüzlük
âsân : kolay
asvât : sesler
âzam-ı mahlûkat : varlıkların en büyüğü
âzam-ı menfaat : en büyük çıkar, yarar, menfaat
bîçare : çaresiz
cebbar : zorba, zâlim
cebbar-ı hodfuruş : kendini beğendirmeye çalışan zorba
daire-i izni haricinde : izin verdiği dairenin dışında
elîm : acı ve sıkıntı veren
fakr : fakirlik
Fâtır : benzeri bulunmayan şeyi olağanüstü san’atıyla yaratan Allah
firak : ayrılık
firavun :
firavun-u zelil : alçak bir firavun
gaye-i ibadet : ibadetin gayesi
gayet : son derece
gayrına : başkasına
hadsiz : sayısız, sınırsız
hâlis : içten, samimî, ihlâslı
hasis : âdi, değersiz
heyyin : kolay
ibadet : kulluk etme
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet, mu’cize ve faydalar bulunan Kur’ân
leyyin : yumuşak
mağrur : gururlu
mâruz : karşı karşıya kalan
matemhane : matem ve yas tutulan yer
matemhâne-i umumî : herkesin yas ve matem tuttuğu yer
menfaat : çıkar, yarar
menfaat-i hasise : küçük menfaat; değersiz çıkar
miskin-i zelil : zillete düşmüş sefil, hor görülüp aşağılanan sefil
muannid : inatçı, inanmamakta direnen
muvazene : karşılaştırma, kıyaslama
muzlim : karanlık
müstehzî : alaycı
mütemerrid : inatçı
mütevazi : alçak gönüllü
nâfi : faydalı, yararlı
nihayet : en son
nokta-i istinad : dayanak noktası
rab : tanrı, ilâh
tebdil etmek : değiştirmek
tenezzül etmek : inmek, alçalmak
tenvir etmek : aydınlatmak, ışıklandırmak
tesbihat : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tezellül : alçalma
tilmiz : talebe, öğrenci
vaveylâ : feryat
zaaf : zayıflık
zâtında : kendi bünyesinde, iç yapısında, özünde
zeval : geçip gitme, sona erme
zîhayat : canlı, hayat sahibi
zikirhane : Allah’ın anıldığı ve Ona lâyık ifadelerle övülüp şükredildiği yer
zillet : alçalma
edyân-ı semâvî : vahiyle gelen semâvî dinler
ef’âl-i ihtiyariye : kişinin kendi irade ve isteğiyle yaptığı işler
esasat : esaslar, temeller
esbap : sebepler
eşref : en şerefli, en üstün
hâcât : ihtiyaçlar
hadsiz : sayısız, sınırsız
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hayvanat : hayvanlar, canlı varlıklar
Hikmet-i san’at-ı Rabbaniye : bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın san’atındaki hikmet, gaye, fayda, sır
ihtiyar : irade, dileme, en iyisini tercih etme duygusu
iktidar : güç, kuvvet
intifa : sönme
istimdat etmek : yardım istemek
istinad etmek : dayandırmak
kâfi : yeterli
küfran : inkârcılık
küfür : inkâr ve inançsızlık
lem’a : parıltı
mahiyet : esas, nitelik, içyüz
mahlûkat : Allah tarafından yaratılan varlıklar
mahlûk-u musahhar : emir altında bulunan ve kendinden istenilen şeyleri yerine getiren yaratık, varlık
mâlik : sahip
mâruz : karşı karşıya kalan
memlûk : köle, mülk olan şey
metalib : istekler, arzular
mevhum : gerçekte olmadığı hâlde var sayılan
musaraa etmek : mücadele vermek, karşı koymak
musibet : belâ, sıkıntı, felâket
muztar : mecbur, zorunlu
nam : ad, isim
nazarında : gözünde
nefsi : kendisi, kendi zâtı
nihayetsiz : sınırsız, sonsuz
nur : aydınlık, ışık
Rab : her bir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
sair : diğer
sarf etmek : kullanmak, harcamak
şule : ışık
şuur : bilinç; fark etme ve kavrama gücü
tabiat : materyalist düşünceye göre tabiat, “insan faaliyetlerinin dışında kendi kendini sürekli olarak yeniden yaratan ve değiştiren güç” şeklinde tarif edilmektedir.
tâğut : ibadet edilen bâtıl şey, azgın put
tahsil : karşılama, çalışıp elde etme
tasarruf-u hakikî : gerçek anlamda dilediği gibi kullanma ve yönetme
yek-çeşm dehâ : tek gözlü olağanüstü zekâ ve akıl; Kur’ân’ın gösterdiği gerçekleri görmeyen ve sadece dünyevî maksatları gözeten zekâvet ve akıl
zâhir : açık, görünen
zerre : atom, en küçük madde parçası
zeval : geçici olma
zîhayat : canlı, hayat sahibi varlık
Yükleniyor...