Evet, hüdâ-yı Kur’ânî böyle insana hitaben der: Ey insan! Senin elinde olan hayatın ve vücudun ve nefsin ve malın emanettir. Onlar, herşeye kadîr ve herşeye alîm bir Mâlik-i Kerîmin mülküdür. O Mâlik-i Kerîm ve Rahîm, kemâl-i kereminden, sende emanet olan kendi mülkünü senden satın almak istiyor. Ta senin için muhafaza etsin. Senin elinde beyhude zâyi olmasın. Sonunda, sana büyük fayda versin. Sen bir memursun, asker gibi muvazzafsın. Öyleyse, onun namıyla çalış, onun hesabıyla sa’y et. Muhtaç olduğun bütün şeyleri sana bahşeden ve rızkını veren, muktedir olmadığın şeylerden seni hıfzeden Odur. Senin gaye-i hayatın, Mâbudun tecelliyatına ve esmâ ve şuûnâtına mazhariyettir. Sana bir musibet geldiği vakit de ki: اِنَّاۤ ِللّٰهِ “Ben, Onun hizmetindeyim. Ey musibet! Eğer Rabbimin izin ve rızasıyla gelmişsen, merhaba, safa geldin. 1 وَاِنَّا اِلَيْهِ رَاجِعُونَ Biz Ona gideriz ve onun rüyetine müştakız. Günün birinde elbette bizi hayatın vazife ve tekâlifinden âzâd edecektir. Ne var, o azatlık bugün olsun. Hem, ey musibet, senin elinde olsun. Yok, eğer Rabbimin irade ve emriyle beni tecrübe ve imtihan için gelmişsen, fakat Rabbimin beni azat etmeye izin ve rızası yoksa, kuvvetim yettikçe ben, emaneti emin olmayana teslim etmeyeceğim. Haydi git, ey zâlim musibet!”

Ey hayalî arkadaşım! Hakikat-i hal, iki tarafta bu minval üzeredir. Lâkin, hidayet ve dalâlette derecat-ı insan mütefavittir. Meratib-i gaflette insanlar muhteliftir. Şu zamanın gafleti o derecede kalınlaşmış ve öyle uyutucu bir tarzda iptal i his etmiş ki, medenîler, evvelki yolun elîm elemini hissetmiyorlar. Lâkin, hassasiyet-i ilmiyenin tezayüdü ile ve mevt-âlûd inkılâbatın ikazatıyla şu perde-i gaflet parçalanacaktır. Binlerle veyl o Müslüman evlâtlarına ki, ecnebîlerin tağutlarına ve felsefelerine aldanıp, Kur’ân-ı Kerimin dersini unutur.

Ey gençler ve ey İslâm evlâtları! Avrupa’nın size karşı olan merhametsiz zulüm ve adavetine ve batıl efkârına ne akılla muhabbet edip onları taklit ediyorsunuz ve onlara ittibaen sefahetlerine iştirak ve saflarına iltihakla mukabele ediyorsunuz? Onları taklit ve onlara ittibâ ile beraber dâvâ-yı hamiyet yalandır. Milleti istihfaf ve milliyetle istihzadır!

Cenâb-ı Hak bizi de, sizi de tarik-i müstakimden ayırmayıp hidayette kılsın. Âmin.
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Bakara Sûresi, 2:156.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âzâd etme : özgürlüğünü verme, serbest bırakma
azatlık : hürriyet, özgürlük
adavet : düşmanlık
âmin : “Allah’ım kabul eyle!”
bâtıl : gerçek dışı, temelsiz, delilsiz
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
dâvâ-yı hamiyet : hamiyetli olma iddiasında bulunma
ecnebîler : yabancılar; Batılılar
efkâr : fikirler, düşünceler
hidayet : doğru ve hak olan yol, İslâmiyet
iltihak : karışmak, birşeye dahil olmak
istihfaf : hafife alma
istihza : alay etme
iştirak : katılma
ittibâ : tabi olma, bağlanma
ittibaen : tabi olarak, bağlanarak
milliyetle istihza : millilik ülküsüyle, idealiyle alay etme
muhabbet etmek : sevgi beslemek
mukabele etmek : karşılık vermek
sefahet : yasak zevk ve eğlencelere düşkünlük, beyinsizce davranış, budalalık
tâğut : kendisine ibadet edilen bâtıl şeyler, putlar
tarîk-i müstakim : doğru ve istikametli yol; İslâmiyetin gösterdiği yol
veyl : yazıklar olsun
bahşetmek : karşılıksız olarak sunmak
beyhude : boşu boşuna, gayesiz
dalâlet : hak yoldan ayrılma, sapkınlık; inkâra sapma
derecat-ı insan : insanların seviyeleri, dereceleri
elem : acı, keder, sıkıntı
elîm : acı ve sıkıntı veren
emin : güvenilir
esmâ : Allah’ın isimleri
gaflet : gerçeklerden habersizlik; âhirette ve Allah’ın emir ve yasaklarına karşı habersizlik, dikkatsizlik
gaye-i hayat : hayatın hedef ve gayesi
hakikat-i hâl : durumun gerçek yönü
hassasiyet-i ilmiye : ilmî duyarlılık
hıfzetmek : korumak
hidayet : doğru ve hak olan yol
ikazat : uyarılar
inkılâbat : köklü değişimler, dönüşümler
iptal-i his : hisleri uyuşturma, iptal etme; duyguları, görevlerini yapamaz hâle getirme
irade : dileme
kemâl-i kerem : mükemmel ve kusursuz cömertlik
lâkin : ama, fakat
Mâbud : bütün varlıkların kendisine ibadet ettiği Allah
mazhariyet : erişme, kavuşma
memur : görevli
meratib-i gaflet : gerçeklerden habersiz olma mertebeleri, dereceleri
mevt-âlûd : ölümlü, ölüm bulaşmış
minval : biçim, yol, tarz
muhafaza etmek : korumak
muhtelif : çeşit çeşit, birbirinden farklı
muktedir : kudretli, iktidar sahibi
musibet : belâ, sıkıntı, felâket
muvazzaf : vazifeli, görevli
müştak : çok arzulu ve istekli
mütefavit : çeşitli, birbirinden farklı
namıyla : adıyla, ismiyle
perde-i gaflet : gaflet perdesi; habersiz davranma, umursamazlık ve duyarsızlık perdesi
Rab : her bir varlığa muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
rıza : memnuniyet, hoşnutluk
rızk : nimet, yiyecek
rüyet : Allah’ın cemâlini, sonsuz ve eşsiz güzelliğini görme
sa’y etme : çalışma
safa geldin : hoşgeldin
şuûnât : özellikler; Cenâb-ı Hakkın yüce sıfatlarının mahiyetlerinde bulunan ve onları tecellîye sevk eden Zâtına ait mukaddes özellikler
tecelliyat : tecelliler, yansımalar
tecrübe : deneme
tekâlif : yükümlülükler, sorumluluklar
tezayüd : artma
zayi olmak : kaybolup gitmek
Yükleniyor...