Ve bu ince iş içinde iş olduğuna intikal etmedi. Kalb ve ruhu ve akıl ve letâifi bu elîm ve dehşetli vaziyetten feryat ve figan ederken, nefs-i emmâresi tegafül ile tecahül etti. Kalb ve ruhun âh ve enin ve fizarından kulağını kapayıp, kendi kendini aldatarak bir bostanda bulunuyor gibi o meyveleri yemeye başladı. Fakat o meyvelerin bir kısmı zehirli ve muzır idi.

Bir hadis-i kudsîde Cenâb-ı Hak buyurdu ki: 1 اَنَا عِنْدَ ظَنِّ عَبْدِى بِى Yani, “Kulum Beni nasıl tanırsa, ona öyle muamele ederim.”

Şu bedbaht adam da sû-i zannıyla gördüğünü hakikat telâkki etti. Öyle muamele gördü ve görüyor. Ne ölür ki kurtulsun ve ne de elemsiz kalır ki yaşasın. Şu miskin ahmak, fehmetmedi ki, bu tılsımlı ve acip işlerde tesadüf mümkün olmaz.

Biz de şu meş’umu şu azapta bırakıp döneceğiz. Mübarek ve yümünlü diğer kardeşin arkasından gideriz.

İşte, şu zât, hüsn-ü sîretinden nâşi, hüsn-ü zannıyla ünsiyet ederek yolunda gidiyor. Bak, nasıl hüsn-ü nazarıyla, kardeşinin mahrum kaldığı bostandan istifade ediyor. Şu bostanda çiçek ve yemişlerle beraber, murdar ve müstakzer şeyler de bulunur. Bu kardeş ise, bu güzel şeylerden istifade etti. Mülevvesata bakmadı. İstirahat etti.

Evvelki meş’um kardeşi ise, murdar şeylerle meşgul oldu. Midesini bulandırdı.

Sonra, bu güzel huylu arkadaş da, git gide öteki kardeşi gibi bir sahrâ-yı azîme dahil oldu. Birden hücum eden bir arslanın sesini işitti, korktu. Lâkin kardeşinden daha az korkmuştu. Zira, o arslanın, sahrâ sultanının bir memuru olduğu ihtimali kendisine tesellî verdi. Lâkin yine kaçtı. Altmış arşınlık derinliğinde bir bi’r-i muattalaya, yani susuz bir kuyuya rastgeldi, kendini içine attı. Ortasında duran bir ağacı tuttu. O da kardeşi gibi gördü ki, iki mahlûk, o ağacın iki kökünü de kesiyorlar.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : Buharî, Tevhid: 15, 35; Müslim, Tevbe: 1, Zikr: 2, 19; Tirmizî, Zühd: 51, Daavât: 131; İbni Mâce, Edeb: 58; Dârimî, Rikak: 22; Müsned, 2:251, 315, 391, 412, 445, 482, 516, 517, 524, 534, 539, 3:210, 277, 491, 4:106.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, hayrette bırakıcı, hayranlık verici
arşın : yaklaşık 68 cm’lik bir ölçü birimi
azap : acı, sıkıntı
bedbaht : talihsiz
bi’r-i muattala : kullanılmayan kuyu, kör kuyu
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
elem : acı, keder, sıkıntı
elîm : üzücü, acı verici
enîn : inleme
fehmetmek : anlamak
feryad ü figan : bağırıp çağırma, ağlayıp sızlama
fîzar : ağlayıp inleme
hadîs-i kudsî : Peygamber Efendimiz (a.s.m.), Cenâb-ı Haktan “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” diyerek rivayet ettiği (naklettiği) Kur’ân-ı Kerîm dışındaki sözler
hakikat : gerçek
hizmetkâr : hizmetçi
hüsn-ü nazar : güzel bakış
hüsn-ü sîret : ahlâk ve sıfat güzelliği
hüsn-ü zan : güzel düşünce
intikal etmek : zihin bir hâlden diğerine geçmek, anlamak, kavramak
letâif : lâtifeler; insanın yapısındaki ince duyu ve duygular
meş’um : kötü, uğursuz
miskin : zavallı
muamele etmek : davranmak
murdar : pis
muzır : zararlı
mülevvesat : pislikler, kirler
müstakzer : çirkin, kirli, pis
nâşi : doğan, kaynaklanan
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
sahrâ : geniş ve düz saha, ova, çöl
sahrâ-i azîme : büyük ova, çöl
sû-i zan : kötü düşünce
tecâhül etmek : bilmezlikten gelmek
tegafül : gafilmiş gibi davranma; farkına vardığı halde fark etmemiş gibi davranma
telâkki etmek : zannetmek
tılsımlı : herkesin çözemediği sırlı, gizemli
ünsiyet : dostluk, alışkanlık
vaziyet : durum
yümünlü : uğurlu, bereketli
Yükleniyor...