Hüsrev’in mektubundan bir fıkradır.
Evet, Üstadım, gözümüzle görüyoruz ki: Ehl-i tarikat, bid’alara dayanamamışlar; hem girmişler, içinden çıkamıyorlar, hem sâlikleri ondan bir ikiye inmiş. Hem onlar da itiraf ediyorlar ki: Zevklerinden, cezb edici güzelliklerinden ellerinde çok şeyleri kalmamış. Cenâb-ı Hakkın sırf bir ihsanı olarak Risaletü’n-Nur’un parlak, nuranî nâsiyesini müşahede ediyoruz ki, in’ikâs eden lemeat-ı Nuriyesi bütün ihtiyacımıza kâfi ve vâfi geliyor, herkesi hayrette bırakıyor. Hem, ehl-i bid’ayı serfüru ettiriyor. Öylelerin lisanlarından, nedamet ve teessüfü ifade eden “Bilmemişiz!” kelimeleri dökülüyor.
Muhitimizde, Risaletü’n-Nur’a karşı câzibedar ve çok âli hakikatlerinden başka ehl-i bid’a lisanları susmuş; güya karanlıklı girdaplara sokulmuşlar, konuşuyorlar. Konuşsalar da tesirleri kalmamıştır. Câzibedar ve i’cazkâr lisanıyla ancak Risaletü’n-Nur konuşuyor. Bid’a ve dalâlet zulmetlerine karşı ancak onun talebeleri kuvvet-i imanla çelikten bir kal’a gibi duruyorlar. Hem öyle fevkalâde fütuhat yapıyor ve öyle harikulâde bir surette emir ve nehy-i Kur’ânîyi temessük ettiriyor ki, pek çok müşahedatımızdan yalnız birisini bin kalemli kardeşimiz söylüyorlar ki... Sükût.
Hüsrev
• • •
Önceki Risale: Risale-i Nur'dan Parlak Fıkralar ve Bir Kısım Güzel Mektuplar / Sonraki Risale: Yirmi Sekizinci Lem'anın Birinci Meselesi