İmân, yalnız icmalî bir tasdikten ibaret değildir. İmânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, hususan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî imân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir.
Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin, imân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu imân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.
İşte, bu hakikatlara binaen biz de tahkikî imânı ders vererek, imânı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’ân ve imân hakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerini tefsir eden yüksek bir Kur’ân tefsirine sarılmaktır.
Şimdi, “Böyle bir eser, bu asırda var mıdır?” diye bir sualin içinizde hâsıl olduğu, nuranî bir heyecanı ifade eden simalarınızdan anlaşılmaktadır.
Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itina ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur’ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur eserleri olduğu kanaatına vardık. Bizimle beraber, bu hakikata Risale-i Nur’la imânını kurtaran yüzbinlerle kimseler de şahittir.
Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur’ânî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla Risale-i Nur’da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’de mevcut olduğunu gördük. Şöyle ki:
Birincisi: Müellifin, yalnız Kur’ân-ı Hakîmi kendine üstad edinmiş olması...
Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin, imân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu imân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.
İşte, bu hakikatlara binaen biz de tahkikî imânı ders vererek, imânı kuvvetlendirip insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur’ân ve imân hakikatlarını câmi’ bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı kat’iyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musibetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için yegâne kurtuluş çaremiz, Kur’ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerimelerini tefsir eden yüksek bir Kur’ân tefsirine sarılmaktır.
Şimdi, “Böyle bir eser, bu asırda var mıdır?” diye bir sualin içinizde hâsıl olduğu, nuranî bir heyecanı ifade eden simalarınızdan anlaşılmaktadır.
Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itina ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur’ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî’nin Risale-i Nur eserleri olduğu kanaatına vardık. Bizimle beraber, bu hakikata Risale-i Nur’la imânını kurtaran yüzbinlerle kimseler de şahittir.
Evet, yirminci asırda küllî ve umumî bir rehberlik vazifesini görecek Kur’ânî bir eserin müellifinin, şu hususiyetleri haiz olmasını esas ittihaz ettik. Bu hâsiyetlerin de tamamıyla Risale-i Nur’da ve müellifi Bediüzzaman Said Nursî’de mevcut olduğunu gördük. Şöyle ki:
Birincisi: Müellifin, yalnız Kur’ân-ı Hakîmi kendine üstad edinmiş olması...
Önceki Risale: Lemeât