İkincisi: Kur’ân-ı Hakîm, hakiki ilimleri hâvi bir kitab-ı mukaddestir. Ve bütün asırlarda, insanların umum tabakalarına hitap eden ezelî bir hutbedir. Bunun için, Kur’ân’ı tefsir ederken, hakikatın sâfi olarak ifade edilmesi ve böylece hakiki bir tefsir olması için, müfessirin kendi hususî meslek ve meşrebinin tesiri altında kalmamış ve hevesi karışmamış olması lâzımdır.
Ve hem de Kur’ân’ın mânâlarını keşif ile tezahür eden Kur’ân hakikatlarının tesbiti için elzemdir ki, o müfessir zât, herbir fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahip olsun...
Üçüncüsü: Kur’ân tefsirinin tam bir ihlâsla telif edilmiş olması ki, müellifin, Cenâb-ı Hakkın rızasından başka hiçbir maddî, mânevi menfaatı gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatındaki vukuatlarda müşahede edilmiş olması...
Dördüncüsü: Kur’ân'ın en büyük mu’cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir vechesi olmasıdır. İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde, Kur’ân-ı Hakîmin asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûpla izah ve ispat edilmiş olması...
Beşincisi: Müfessirin Kur’ân ve imân hakikatlarını, cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmesi. Yani, pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiş olması...
Altıncısı: Ders verdiği Kur’ânî hakikatların, hem aklı, hem kalbi, hem ruhu ve vicdanı tenvir ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet beliğ, nâfiz ve müessir olması..
Ve hem de Kur’ân’ın mânâlarını keşif ile tezahür eden Kur’ân hakikatlarının tesbiti için elzemdir ki, o müfessir zât, herbir fende mütehassıs geniş bir fikre, ince bir nazara ve tam bir ihlâsa mâlik bir allâme ve hem gayet âli bir deha ve nüfuzlu derin bir içtihad ve bir kuvve-i kudsiyeye sahip olsun...
Üçüncüsü: Kur’ân tefsirinin tam bir ihlâsla telif edilmiş olması ki, müellifin, Cenâb-ı Hakkın rızasından başka hiçbir maddî, mânevi menfaatı gaye edinmemesi ve bu ulvî hâletin müellifin hayatındaki vukuatlarda müşahede edilmiş olması...
Dördüncüsü: Kur’ân'ın en büyük mu’cizelerinden birisi de, gençlik ve tazeliğini muhafaza etmesidir. Ve o asırda inzal edilmiş gibi, her asrın ihtiyacını karşılayan bir vechesi olmasıdır. İşte, bu asırda meydana getirilen bir tefsirde, Kur’ân-ı Hakîmin asrımıza bakan vechesinin keşf edilip, avamdan en havassa kadar her tabakanın istifade edebileceği bir üslûpla izah ve ispat edilmiş olması...
Beşincisi: Müfessirin Kur’ân ve imân hakikatlarını, cerh edilmez delil ve hüccetlerle ispat ederek tedris etmesi. Yani, pozitivizmi (ispatiyecilik) bir esas ittihaz etmiş olması...
Altıncısı: Ders verdiği Kur’ânî hakikatların, hem aklı, hem kalbi, hem ruhu ve vicdanı tenvir ve tatmin ve nefsi musahhar etmesi ve şeytanı dahi ilzam edecek derecede kuvvetli ve gayet beliğ, nâfiz ve müessir olması..
Önceki Risale: Lemeât