Her nereye geliriz, herhangi taifeye misafir oluyoruz; pek uhuvvetkârâne istikbal görüyoruz. Malımızdan veririz, mallarından alırız.

Ticaret muhabbeti, onlar bizi beslerler, hediyelerle süslerler, hem de teşyi ederler. Gele gele işte geldik, dünya kapısındayız, işitiyoruz âvâz.

Bak, girdik şu zemine, ayağımızı bastık şehadet âlemine. Şehrâyin-i Rahmân, gürültühane-i insan. Hiçbir şey bilmeyiz, delil ve imamımız Meşiet-i Rahmân’dır. Vekil-i delilimiz, nâzenin gözlerimiz. Gözlerimizi açtık, dünya içine saldık. Hatırına gelir mi evvelki gelişimiz?

Garip, yetim olmuştuk. Düşmanlarımız çoktu. Bilmezdik hâmimizi. Şimdi nur-u imanla o düşmanlara karşı bir rükn-ü metinimiz, istinadî noktamız, hem himayetkârımız def’ eder düşmanları. O iman-ı billâhtır ki ziya-yı ruhumuz, hem nur-u hayatımız, hem de ruh-u ruhumuz.

İşte kalbimiz rahat, düşmanları aldırmaz, belki düşman tanımaz. Evvelki yolumuzda vaktâ vicdana girdik; işittik ondan binlerle feryad ü fîzar ve âvâz.

Ondan belâya düştük. Zira âmâl, arzular, istidat ve hissiyat, daim ebedi ister. Onun yolunu bilmezdik. Bizden yol bilmemezlik; onda fîzar ve niyaz.

Fakat, elhamdü lillâh, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i istimdad ki daim hayat verir o istidad âmâle; tâ ebedü’l-âbâda onları eder pervaz.

Onlara yol gösterir, o noktadan istidat. Hem istimdad ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemâline koşuyor o nokta-i istimdad, o şevk-engiz remz ü naz.

İkinci kutb-u iman ki tasdik-i haşirdir. Saadet-i ebedî o sadefin cevheri. İman burhanı Kur’ân. Vicdan, insanî bir râz.

Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir konuş. Evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi de mütebessim, her tarafa gülüyor, nâzeninâne niyaz ve âvâz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Otuz Üçüncü Söz / Sonraki Risale: Konferans
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
âb-ı leziz : lezzetli su
âmâl : emeller, arzular
arı-misal : arı gibi
âvâz : yüksek ses, çığlık
bostan : bahçe
burhan : güçlü delil
cevher : değerli taş, inci; öz
def etme : uzaklaştırma
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ebedü’l-âbâd : sonsuzların sonsuzu, âhiret hayatı
elhamdü lillâh : Allah’a hamd olsun
feryad ü fîzar : inleyip feryad etme
fîzar : ağlayıp inleme
gürültühane-i insan : insanın gürültü yeri
hâmi : koruyucu
himayetkâr : koruyucu
hissiyat : hisler, duygular
iman-ı billâh : Allah’a iman
insanî : insana ait
istidat : kabiliyet, yetenek
istimdad : yardım isteme
istinadî nokta : dayanak noktası
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kemâl : mükemmellik, olgunluk
kutb-u iman : imanın kutbu, en temel esası
meşiet-i Rahmân : Allah’ın iradesi, dilemesi
muhabbet : sevgi
mütebessim : tebessüm eden
nâzenin : ince, narin, duyarlı
nâzeninâne : nazlı bir şekilde
niyaz : dua, yalvarıp yakarma
nokta-i istimdad : yardım isteme noktası
nur-u hayat : hayatın nuru
nur-u iman : iman nuru
pervaz : uçmak, kanat açmak
râz : sır, gizem
remz ü naz : işaret ve telmih
ruh-u ruh : ruhun ruhu
rükn-ü metin : sağlam esas
saadet-i ebedî : sonu olmayan, sonsuz mutluluk
sadef : inci kabuğu
şehadet âlemi : görünen âlem
şehrâyin-i Rahmân : Cenab-ı Hakkın sonsuz rahmetiyle bir şenlik haline getirdiği yeryüzü
şevk-engiz : şevke getiren
tasdik-i haşir : haşri, öldükten sonra âhirette tekrar diriltilip Allah’ın huzurunda toplânmayı kabul etme
teşyi : uğurlama
vaktâ : ne zaman, ne vakit
vekil-i delil : delile vekâlet eden, delilin destekleyicisi
zemin : yer
ziya-yı ruh : ruhun ışığı
Yükleniyor...