Eğer, faraza, güneş zîşuur olsaydı harareti ayn-ı kudreti, ziyası ayn-ı ilmi, elvân-ı seb’ası sıfât-ı seb’ası olsaydı o vakit, o tek ve yekta bir güneş, bir anda herbir âyinede bulunur, herbirisini kendine bir nevi arş ve bir çeşit telefon yapabilirdi. Birbirine mâni olmazdı. Herbirimizle, âyinemiz vasıtasıyla görüşebilirdi. Biz ondan uzak iken, o bize bizden daha yakın olurdu.

Üçüncüsü: Nuranî ruhların aksidir. Şu akis hem hayydır, hem ayndır. Fakat âyinelerin kabiliyeti nisbetinde tezahür ettiğinden, o ruhun mahiyet-i nefsü’l-emriyesini tamamen tutmuyor.

Meselâ, Hazret-i Cebrâil Aleyhisselâm, Dıhye suretinde huzur-u Nebevîde bulunduğu 1 bir anda, huzur-u İlâhîde, haşmetli kanatlarıyla Arş-ı Âzamın önünde secdeye gider, 2 hem o anda hesapsız yerlerde bulunur, evâmir-i İlâhiyeyi tebliğ ederdi. Bir iş bir işe mâni olmazdı.

İşte, şu sırdandır ki, mahiyeti nur ve hüviyeti nuraniye olan Hazret-i Peygamber Aleyhissalâtü Vesselâm, dünyada bütün ümmetinin salâvatlarını birden işitir ve kıyamette bütün asfiya ile bir anda görüşür. Birbirine mâni olmaz. Hattâ, evliyadan, ziyade nuraniyet kesb eden ve abdal denilen bir kısmı, bir anda birçok yerlerde müşahede ediliyormuş. Aynı zat, ayrı ayrı çok işleri görüyormuş.

Evet, nasıl cismaniyata cam ve su gibi şeyler âyine olur. Öyle de, ruhaniyata dahi hava ve esir ve âlem-i misalin bazı mevcudatı âyine hükmünde ve berk ve hayal sür’atinde bir vasıta-i seyir ve seyahat suretine geçerler. Ve o ruhanîler, hayal sür’atiyle o merâyâ-yı nazifede, o menâzil-i lâtifede gezerler. Bir anda binler yerlere girerler.

Madem güneş gibi âciz ve musahhar mahlûklar ve ruhanî gibi madde ile mukayyet nim-nuranî masnular, nuraniyet sırrıyla, bir yerde iken pek çok yerlerde bulunabilirler. Mukayyet bir cüz’î iken mutlak bir küllî hükmünü alırlar. Bir anda cüz’î bir ihtiyar ile pek çok muhtelif işleri yapabilirler.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Buhârî, Menâkıb 25, Fezâilü’l-Kur’ân 1; Müslim, Îmân 271, Fezâili’s-Sahabe 100.
2 : bk. Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Edeb 41, Tevhîd 33; Müslim, Îmân 346; Tirmizî, Tefsîru Sûre (16) 6.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Beşinci Söz / Sonraki Risale: On Yedinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abdal : Allah’a yönelmiş kimse, derviş
âlem-i misal : görüntüler âlemi
arş : taht
Arş-ı Âzam : Cenab-ı Allah’ın sınırsız egemenliğinin ve büyüklüğünün tecelli ettiği yer
asfiya : Hz. Peygamberin çizgisinde yaşayan ilim ve takvâ sahibi kimseler
âyine : ayna
ayn : aslı, kendisi
berk : şimşek
cismaniyat : maddî varlıklar
cüz’î : fert, birey; az
envar : nurlar
envâr-ı kudsiye-i esmâ : Allah’ın isimlerinin mukaddes nurları
esir : kâinatı kapladığına inanılan ince ve lâtif madde
evâmir-i İlâhiye : Allah’ın emirleri
evliya : veliler, Allah dostları
hayy : diri, canlı
huzur-u İlâhi : Cenab-ı Allah’ın huzuru
huzur-u Nebevî : Hz. Peygamberin huzuru
ihtiyar : irade, tercih
kesb etmek : kazanmak
kesif : yoğun, şeffaf olmayan
küllî : bireyler topluluğu
mahiyet-i nefsü’l-emir : birşeyin gerçek niteliği
mahlûk : yaratık
masnu : sanat eseri varlık
menâzil-i lâtife : güzel yerler
merâyâ-yı nazife : temiz aynalar
mevcudat : varlıklar
muallâ : yüce
mukayyet : kayıtlı, sınırlı
musahhar : boyun eğmiş
mutlak : sınrsız, kayıtsız
müberrâ : temiz, pâk
mücerred : soyutlanmış
münezzeh : arınmış, yüce
müşahede : görme
nevi : çeşit, tür
nim-nuranî : yarı parlak
nisbet : oran, ölçü
nur : ışık, aydınlık
nuranî : nurlu, aydınlık
nuraniyat : nurdan varlıklar
ruhaniyat : ruhanîler
salâvat : Peygamberimize rahmet ve esenlik duası
tahdid-i kayıt : kayıt altına alınma
tezahür : belirme, görünme
vasıta-i seyir ve seyahat : seyir ve yolculuk vasıtası
zulmet-i kesafet : madde ve yoğunluğun karanlığı
Yükleniyor...