DÖRDÜNCÜ ESAS

Kur’ân’ın bütün kelimât-ı İlâhiye içinde cihet-i ulviyetini ve bütün kelâmlar üstünde cihet-i tefevvukunu anlamak istersen, şu iki temsîle bak.

Birincisi: Bir sultanın iki çeşit mükâlemesi, iki tarzda hitabı vardır. Birisi, âdi bir raiyet ile cüz’î bir iş için, hususî bir hacete dair, has bir telefonla konuşmaktır. Diğeri, saltanat-ı uzmâ ünvanıyla ve hilâfet-i kübrâ namıyla ve hâkimiyet-i amme haysiyetiyle evâmirini etrafa neşir ve teşhir maksadıyla, bir elçisiyle veya büyük bir memuruyla konuşmaktır ve haşmetini izhar eden ulvî bir fermanla mükâlemedir.

İkinci temsil: Bir adam, elinde bir âyineyi güneşe karşı tutar, o âyine miktarınca bir ışık ve yedi rengi câmi’ bir ziya alır. O nisbetle güneşle münasebettar olur, sohbet eder. Ve o ışıklı âyineyi karanlıklı hanesine veya dam altındaki bağına tevcih etse, güneşin kıymeti nisbetinde değil, belki o âyinenin kabiliyeti miktarınca istifade edebilir. Diğeri ise, hanesinden veya bağının damından geniş pencereler açar, gökteki güneşe karşı yollar yapar.

Hakikî güneşin daimî ziyasıyla sohbet eder, konuşur ve lisan-ı hâl ile böyle minnettârâne bir sohbet eder, der: “Ey yeryüzünü ışığıyla yaldızlayan ve bütün çiçeklerin yüzünü güldüren dünya güzeli ve gök nazdârı olan nazenin güneş! Onlar gibi benim haneciğimi ve bahçeciğimi ısındırdın, ışıklandırdın.” Halbuki âyine sahibi böyle diyemez. O kayıt altındaki güneşin aksi ise, âsârı mahduttur, o kayda göredir.

İşte, bu iki temsîlin dürbünüyle Kur’ân’a bak, ta ki i’câzını göresin ve kudsiyetini anlayasın.

Evet, Kur’ân der ki: “Eğer yerdeki ağaçlar kalem olup denizler mürekkep olsa, Cenâb-ı Hakkın kelimâtını yazsalar, bitiremezler.” 1 Şimdi, şu nihayetsiz kelimat içinde en büyük makam Kur’ân’a verilmesinin sebebi şudur ki:

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Lokman Sûresi, 31:27.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Birinci Söz / Sonraki Risale: On Üçüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdi : normal, sıradan
arz : yer
âsâr : eserler
âyine : ayna
cami’ : kapsayan
cüz’î : küçük
evâmir : emirler
ferman : buyruk
hâcet : ihtiyaç
hakikî : gerçek, doğru
hâkimiyet-i amme : genel hâkimiyet, egemenlik
Hâlık : herşeyi yaratan Allah
hane : ev
has : özel
haşmet : heybet, görkem
haysiyet : itibar, özellik
hilâfet-i kübrâ : insanın yeryüzünde temsil ettiği mânevî görev
hitap : konuşma
hususî : özel
i’câz : mu’cizelik özelliği
İsm-i Âzam : Cenab-ı Hakkın binbir isminden en büyük ve mânâca diğer isimleri kuşatmış olanı
izhar : açığa çıkarma, gösterme
kayıt : sınır
kelâm : söz, konuşma
kelimât : kelimeler
kudsiyet : kusur ve noksandan yücelik, kutsallık
lisan-ı hâl : hal ve beden dili
mahdut : sınırlanmış
mevcudât : varlıklar
minnettârâne : minnetli bir şekilde
mükâleme : konuşma
münasebettar : ilişkili, bağlantılı
nam : ad, ünvan
nazdâr : nazlı
nazenin : ince, nazik
neşir : yayma
nihayetsiz : sonsuz
nisbet : oran
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
raiyet : halk, vatandaş
Rububiyet-i mutlaka : Rablık, Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
saltanat-ı âmme-i Sübhâniye : her türlü kusur ve noksandan yüce olan Allah’ın herşeye hükmeden, herşeyi kuşatan saltanatı, egemenliği
saltanat-ı uzmâ : çok büyük saltanat
semavat : gökler
tarz : şekil
temsil : örnek, benzetme
teşhir : ilan etme, duyurma
tevcih etme : yöneltme
ulvî : yüce, yüksek
ziya : ışık
Yükleniyor...