Eğer mahpus zulmen mahkûm olmuşsa, farz namazını kılmak şartıyla, herbir saati bir gün ibadet olduğu gibi, o hapis onun hakkında bir çilehane-i uzlet olup, eski zamanda mağaralara girerek ibadet eden münzevî salihlerden sayılabilirler.

Eğer fakir ve ihtiyar ve hasta ve iman hakikatlerine müştak ise, farzını yapmak ve tevbe etmek şartıyla, herbir saatleri yirmişer saat ibadet olup, hapis ona bir istirahathane ve merhametkârâne ona bakan dostlar için bir muhabbethane, bir terbiyehane, bir dershane hükmüne geçer. O hapiste durmakla, hariçteki müşevveş, her taraftaki günahların hücumuna maruz serbestiyetten daha ziyade hoşlanabilir. Hapisten tam terbiye alır. Çıktığı zaman, bir kàtil, bir müntakim olarak değil, belki tevbekâr, tecrübeli, terbiyeli, millete menfaatli bir adam çıkar. Hattâ Denizli hapsindeki zatların az zamanda Nurlardan fevkalâde hüsn-ü ahlâk dersini alanlarını gören bazı alâkadar zatlar demişler ki: “Terbiye için on beş sene hapse atmaktansa, on beş hafta Risale-i Nur dersini alsalar, daha ziyade onları ıslah eder.“

Madem ölüm ölmüyor. Ve ecel gizlidir, her vakit gelebilir. Ve madem kabir kapanmıyor; kafile kafile arkasında gelenler oraya girip kayboluyorlar. Ve madem ölüm, ehl-i iman hakkında idam-ı ebedîden terhis tezkeresine çevrildiği, hakikat-i Kur’âniye ile gösterilmiş; ve ehl-i dalâlet ve sefahet hakkında, gözle göründüğü gibi, bir idam-ı ebedîdir, bütün mahbubâtından ve mevcudattan bir firâk-ı lâyezâlîdir. Elbette ve elbette, hiç şüphe kalmaz ki, en bahtiyar odur ki, sabır içinde şükretmek ve hapis müddetinden tam istifade ederek Nurların dersini alarak istikamet dairesinde imanına ve Kur’ân’a hizmete çalışmaktır.

Ey zevk ve lezzete müptelâ insan! Ben yetmiş beş yaşımda, binler tecrübelerle ve hüccetlerle ve hadiselerle aynelyakîn bildim ki, hakikî zevk ve elemsiz lezzet ve kedersiz sevinç ve hayattaki saadet yalnız imandadır ve iman hakikatleri dairesinde bulunur. Yoksa, dünyevî bir lezzette çok elemler var. Bir üzüm tanesini yedirir, on tokat vurur gibi, hayatın lezzetini kaçırır.

Ey hapis musibetine düşen biçareler! Madem dünyanız ağlıyor ve hayatınız acılaştı. Çalışınız, âhiretiniz dahi ağlamasın ve hayat-ı bâkiyeniz gülsün, tatlılaşsın.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya
aynelyakin : gözle görerek kesin bilgi edinme
bahtiyar : talihli
biçare : çaresiz
çilehane-i uzlet : yalnız başına ve çile içinde ibadet edilen yer
Denizli :
ecel : ölüm vakti
ehl-i dalâlet ve sefahet : doğru ve hak yoldan sapan, inançsız kimseler ve zevk, eğlence ve yasak şeylere düşkün olanlar
ehl-i iman : iman edenler, mü’minler
elem : acı, sıkıntı
farz : Allah’ın kesin emirleri
fevkalâde : olağanüstü
firâk-ı lâyezâlî : sonu olmayan ayrılık
hakikat-ı Kur’âniye : Kur’ân’ın gerçeği
hakikî : gerçek, doğru
hariçteki : dışarıdaki
hayat-ı bâkiye : devamlı ve kalıcı âhiret hayatı
hüccet : delil
hüsn-ü ahlâk : güzel ahlâk
ıslah : iyileştirme, düzeltme
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
istikamet : doğruluk
istirahathane : rahat edilecek, dinlenilecek yer
kafile : grup
kàtil : adam öldüren
keder : sıkıntı, üzüntü
mahbubât : sevilenler, sevgililer
mahpus : hapsedilmiş olan
maruz : tesiri altında olma
menfaat : yarar, fayda
merhametkârâne : merhametli bir şekilde
mevcudât : varlıklar
muhabbethane : sevgi yeri, muhabbet evi
musibet : belâ, felaket
müntakim : intikam alan
münzevî : bir köşeye çekilip ibadetle uğraşan, vaktini ibadetle geçiren
müptelâ : düşkün, tutulmuş
müşevveş : düzensiz, karma karışık
müştak : düşkün, istekli
saadet : mutluluk
salih : dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden, Allah’ın sevgili kulu
terhis : göreve son verme
tevbe etmek : pişmanlık duyup bağışlanma dilemek
tevbekâr : pişmanlık duyup bağışlanma dileyen
tezkere : belge
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...