فَنَا شُدْ، هَمْ فَدَا كُنْ، هَمْ عَدَمْ بِِينْ، كِه اَزْ دُنْيَا “بَقَايَه” رَاهْ “فَنَادَنْ”

Dünyaperestlik esasatı olan ahlâk-ı seyyieden tecerrüd et, fâni ol. Daire-i mülkünde ve malındaki eşyayı Mahbub-u Hakikî yolunda feda et. Mevcudatın ademnümâ akıbetlerini gör. Çünkü şu dünyadan bekàya giden yol, fenâdan gidiyor.

فِكْرِ فِيزَارْ مِى دَارَدْ، أَنِينِ (لاَۤ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ) مِى زَنَدْ وِجْدَانْ

Esbab içine dalan fikr-i insanî, şu zelzele-i zevâl-i dünyadan hayrette kalıp meyusâne fîzar ediyor. Vücud-u hakikî isteyen vicdan, İbrahimvâri لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ 1 enîniyle mahbubat-ı mecaziyeden ve mevcudat-ı zâileden kat’-ı alâka edip Mevcud-u Hakikîye ve Mahbub-u Sermedîye bağlanıyor.

بِدَانْ اَىْ نَفْسِ نَادَانَمْ ! كِه: دَرْهَرْ فَرْد اَزْ فَانِى دُو رَاهْ هَسْت بَا بَاقِى، دُو سِرِّ جَانْ جَانَانِى

Ey nâdan nefsim! Bil ki, çendan dünya ve mevcudat fânidir; fakat her fâni şeyde, bâkiye îsal eden iki yol bulabilirsin ve can ve canan olan Mahbub-u Lâyezâlin tecellî-i cemâlinden iki lem’ayı, iki sırrı görebilirsin. An şart ki, suret-i fâniyeden ve kendinden geçebilirsen...

كِه دَرْ نَعْمَتْهَا إِنْعَامْ هَسْت وَپَسْ اٰثَارَهَا اَسْمَا بِكِيرْ مَغْزِى، وَمِيزَنْ دَرْ فَنَا اۤنْ قِشْرِ بِى مَعْنَا

Evet, nimet içinde in’âm görünür, Rahmân’ın iltifatı hissedilir. Nimetten in’âma geçsen, Mün’imi bulursun. Hem, her eser-i Samedânî, bir mektup gibi, bir Sâni-i Zülcelâlin esmâsını bildirir. Nakıştan mânâya geçsen, esmâ yoluyla Müsemmâyı bulursun. Madem şu masnuat-ı fâniyenin mağzını, içini bulabilirsin; onu elde et, mânâsız kabuğunu, kışrını acımadan fenâ seyline atabilirsin.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Batıp gidenleri sevmem” En’âm Sûresi, 6:76.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ademnümâ : yokluğu gösteren
ahlâk-ı seyyie : kötü ahlâk
akıbet : netice, son
bâki : sürekli, sonsuz
bekà : süreklilik, sonsuzluk
çendan : gerçi, her ne kadar
daire-i mülk : sahip olunan şeylerin dairesi
dünyaperestlik : dünyayı taparcasına sevmek
enîn : inilti
esasat : esaslar, prensipler
esbab : sebepler
eser-i Samedânî : Samed olan Allah’ın eseri
esmâ : isimler
fâni : geçici, ölümlü
fenâ : yokluk, yok oluş
fikr-i insanî : insan fikri
fîzar etmek : ağlayıp inlemek
İbrahimvâri : Hz. İbrahim gibi
in’am : nimetlendirme
îsal etmek : ulaştırmak
kat-ı alâka etmek : ilgiyi kesmek
lem’a : parıltı
mahbubat-ı mecaziye : gerçek sevgiye layık olmadıkları halde sevilenler
Mahbub-u Hakikî : gerçek sevgili, Allah
Mahbub-u Lâyezâl : yok olmayan, sonsuz sevgili, Allah
Mahbub-u Sermedî : varlığı sürekli olan sevgili, Allah
mevcudat : varlıklar
mevcudat-ı zâile : yok olup giden, sona eren varlıklar
Mevcud-u Hakikî : gerçek varlık sahibi Allah
meyusâne : ümitsizce
Mün’im : gerçek nimet verici olan Allah
Müsemmâ : güzel isimlerle isimlendirilen Allah
nâdan : cahil
nefis : kişinin kendisi
Rahmân : rahmeti sonsuz, yarattıklarını esirgeyip koruyan, şefkat eden ve rızıklandıran Allah
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi ve herşeyi san’atlı bir şekilde yaratan Allah
sır : gizli gerçek, gizem
suret-i fâniye : geçici suret
tecellî-i cemâl : güzelliğin yansıması
tecerrüd : soyutlanma, sıyrılma
vücud-u hakikî : gerçek vücut
zelzele-i zevâl-i dünya : dünyayı yok eden sarsıntı
Yükleniyor...