Elhasıl: Şu görünen şuûnat, dünyadaki vüs’atli içtimaat-ı hayatiye ve sür’atli iftirakat-ı mevtiye ve haşmetli toplanmalar ve çabuk dağılmalar ve azametli ihtifâlât ve büyük tecelliyat ile ve onların bu âleme ait, bu dünya-yı fânide, kısa bir zamanda, malûmumuz olan semerât-ı cüz’iyeleri, ehemmiyetsiz ve muvakkat gayeleri mabeyninde hiç münasebet olmadığından, adeta küçük bir taşa bir büyük dağ kadar hikmetler, gayeler takmak, bir büyük dağa bir küçük taş gibi muvakkat bir gaye-i cüz’iye vermeye benzer ki, hiçbir akıl ve hikmete uygun gelemez.

Demek, şu mevcudat ve şuûnat ile ve dünyaya ait gayeleri ortasında bu derece nisbetsizlik, kat’iyen şehadet eder ki, bu mevcudatın yüzleri âlem-i mânâya müteveccihtir; münasip meyveleri orada veriyor. Ve gözleri Esmâ-i Kudsiyeye dikkat ediyor. Gayeleri o âleme bakıyor. Ve özleri dünya toprağı altında, sünbülleri âlem-i misalde inkişaf ediyor. İnsan, istidadı nisbetinde burada ekiyor ve ekiliyor, âhirette mahsul alıyor.

Evet, şu eşyanın esmâ-i İlâhiyeye ve âlem-i âhirete müteveccih yüzlerine baksan göreceksin ki, mucize-i kudret olan herbir çekirdeğin bir ağaç kadar gayesi var. Kelime-i hikmet olan herbir çiçeğin, HAŞİYE bir ağaç çiçekleri kadar mânâları var. Ve o harika-i san’at ve manzume-i rahmet olan herbir meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri var. Bizlere rızık olması ise, o binler hikmetlerinden birtek hikmettir ki, vazifesi biter, mânâsını ifade eder, vefat eder, midemizde defnedilir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Sual: Eğer dense, “Neden en çok misalleri çiçekten ve çekirdekten ve meyveden getiriyorsun?” Elcevap: Çünkü onlar hem mucizât-ı kudretin en antikaları, en harikaları, en nazeninleridirler. Hem ehl-i tabiat ve ehl-i dalâlet ve ehl-i felsefe, onlardaki kalem-i kader ve kudretin yazdığı ince hattı okuyamadıkları için onlarda boğulmuşlar, tabiat bataklığına düşmüşler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: On Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i âhiret : âhiret âlemi, öteki dünya
âlem-i mânâ : maddî gözle görünmeyen mânevî âlem
âlem-i misal : bütün varlıkların ve olayların görüntülerinin yansıdığı madde ötesi âlem
azametli : büyük
dünya-yı fani : geçici ve ölümlü dünya
ehl-i dalâlet : hak yoldan sapmış inançsız kimseler
ehl-i felsefe : felsefeyle uğraşanlar
ehl-i tabiat : herşeyin tabiatın tesiriyle meydana geldiğine inananlar
elhasıl : özetle, sonuç olarak
esmâ-i İlâhiye : Allah’ın isimleri
Esmâ-i Kudsiye : Allah’ın mukaddes, her türlü kusur ve noksandan yüce isimleri
eşya : şeyler, varlıklar
gaye-i cüz’iye : küçük bir gaye
harika-i san’at : san’at harikası
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
içtimaat-ı hayatiye : hayatın devamlılığını sağlayan parçaların bir araya gelmesi
iftirakat-ı mevtiye : ölümle gelen ayrılıklar
ihtifâlât : törenler, merasimler
inkılâb-ı hakaik : sabit gerçeklerin zıttına dönüşmesi
istidat : kabiliyet
kalem-i kader ve kudret yazması : Allah’ın olacak hadiseleri önceden bilip takdir etmesi, yazması ve kudretiyle yaratması
kelime-i hikmet : hikmet ifade eden kelime
manzume-i rahmet : rahmet dizilişleri
mevcudat : varlıklar
mu’cize-i kudret : Allah’ın kudret mu’cizesi
muvakkat : geçici
müteveccih : yönelik
nazenin : ince, latîf, narin
nisbetsizlik : ölçüsüzlük, oransızlık
semerât-ı cüz’iye : az miktardaki verim
Sofestâîler : kâinatın yaratıcısını kabul etmemek için herşeyi, hatta kendilerini dahi inkâr edenler
sür’atli : hızlı
şuûnat : işler, fiiller ve tasarruflar
tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar, maddî âlem
tasavvur : düşünme, hayal etme
tecelliyat : tecelliler, yansımalar
vücud : varlık
vüs’atli : geniş
Yükleniyor...