DOKUZUNCU SURET

Şimdi gel, bu dairelerin ve cemaatlerin bazı rüesâlarına ki, HAŞİYE herbiri, bizzat padişahla görüşecek hususî birer telefonu var. Hem bazı onun huzuruna çıkmışlar. Ne diyorlar, bak: Bunlar ittifakla ihbar ediyorlar ki, o zât, mükâfat ve mücazat için pek muhteşem ve dehşetli bir yer ihzar etmiş, gayet kavî vaad ve şiddetli tehdit ediyor. Hem onun izzet ve celâleti hiçbir vech ile hulfü’l-vaade tenezzül edip tezellülü kabul etmez. Halbuki, o muhbirler hem tevatür derecesinde çok, hem icmâ kuvvetinde bir ittifakla haber veriyorlar ki, şu bazı âsârı görünen saltanat-ı azîmenin medarı ve makarrı, buradan uzak bir başka memlekettedir. Ve şu meydan-ı imtihanda binalar muvakkattirler; sonra daimî saraylara tebdil edilecek, bu yerler değişecekler. Çünkü, eserleriyle azameti anlaşılan şu muhteşem, zevâlsiz saltanat, böyle geçici, devamsız, bîkarar, ehemmiyetsiz, mütegayyir, bekàsız, nâkıs, tekemmülsüz umurlar üzerinde kurulmaz, durulmaz. Demek, ona lâyık, daimî, müstekar, zevâlsiz, müstemir, mükemmel, muhteşem umurlar üzerinde duruyor. Demek bir diyar-ı âhar var; elbette o makarra gidilecektir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Şu Suretin ispat ettiği mânâlar Sekizinci Hakikatte görünecek. Meselâ, dairelerin reisleri, şu temsilde enbiya ve evliyaya işarettir. Ve telefon ise, mâkes-i vahy ve mazhar-ı ilham olan, kalbden uzanan bir nisbet-i Rabbâniyedir ki, kalb o telefonun başıdır ve kulağı hükmündedir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: On Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici, şaşırtıcı
âsâr : eserler
azamet : büyüklük
diyar-ı âhar : başka yer
fasl-ı bahar : bahar mevsimi
hulfü’l-vaad : sözünden dönme
icmâ : fikir birliği
ihbar : haber verme
ihzar : hazırlama
intiha : son
iptida : başlangıç
kemâl-i intizam : mükemmel ve kusursuz bir düzen
kemâl-i rahmet : mükemmel ve kusursuz bir rahmet
makarr : merkez, karar yeri
mâkes-i vahy : vahyin yansıdığı yer
mat’umât : yiyecekler
mazhar-ı ilham : ilhamın göründüğü yer
mevcudât-ı bahariye : baharda meydana çıkan varlıklar
meydan-ı imtihan : imtihan meydanı
muvakkat : geçici
mücazat : ceza
müstekar : sabit, yerleşmiş
müstemir : devamlı, sürekli
mütegayyir : değişen
nevruz : ilkbaharın başlangıcı
nisbet-i Rabbâniye : Rabbânî bağ
remz : işaret
rû-yi zemin : yeryüzü
rüesâ : reisler, başkanlar
sahrâ : ova
saltanat-ı azîme : büyük saltanat, egemenlik
tabakat : tabakalar, dereceler
tebdil edilmek : değiştirilmek
tebeddülât : değişiklikler
tekemmülsüz : olgunlaşmamış, mükemmelleşmemiş
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
vaad : söz verme
vecih : yön, şekil
zevâlsiz : son bulmayan
Yükleniyor...