Peygambere göre olsa, kanun-u belâğat ve münasebet-i siyâk-ı kelâm şöyle ifade ediyor ki:
Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.
Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa, şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.1
İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini “bütün eşyayı işitir ve görür”2 sıfatıyla tavsif eder tâ, o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şamil hikmetlerini göstersin.3
Bu sırr-ı azîmin Dört Esası var.
Birincisi: Miracın sırr-ı lüzumu nedir?
İkincisi: Hakikat-i Mirac nedir?
Üçüncüsü: Hikmet-i Mirac nedir?
Dördüncüsü: Miracın semerat ve faidesi nedir?
Bu seyahat-i cüz’iyede bir seyr-i umumî, bir urûc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tesadüf eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür, der. O küçük, cüz’î seyahati hem küllî, hem mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.
Eğer zamir Cenâb-ı Hakka râci olsa, şöyle oluyor ki: Bir abdini bir seyahatte huzuruna davet edip, bir vazife ile tavzif etmek için, Mescid-i Haramdan mecma-ı enbiya olan Mescid-i Aksâya gönderip, enbiyalarla görüştürüp, bütün enbiyaların usul-ü dinlerine vâris-i mutlak olduğunu gösterdikten sonra, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar mülk ve melekûtunda gezdirdi.1
İşte, çendan o bir abddir ve o seyahat bir mirac-ı cüz’îdir. Fakat bu abdin, bütün kâinata taallûk eden bir emanet beraberindedir. Hem şu kâinatın rengini değiştirecek bir nur beraberdir. Hem saadet-i ebediyenin kapısını açacak bir anahtar beraber olduğu için, Cenâb-ı Hak kendini “bütün eşyayı işitir ve görür”2 sıfatıyla tavsif eder tâ, o emanet, o nur, o anahtarın cihanşümul ve muhit ve umum kâinata âmm ve bütün mahlûkata şamil hikmetlerini göstersin.3
Bu sırr-ı azîmin Dört Esası var.
Birincisi: Miracın sırr-ı lüzumu nedir?
İkincisi: Hakikat-i Mirac nedir?
Üçüncüsü: Hikmet-i Mirac nedir?
Dördüncüsü: Miracın semerat ve faidesi nedir?
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1; Necm Sûresi, 53:4-18.
2 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
3 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
2 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
3 : bk. İsrâ Sûresi, 17:1.
Önceki Risale: Otuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz İkinci Söz
Bölümler



