O vakit yıldızlar namına bir yıldız der ki:

“Ne kadar sersem, akılsız ve ahmak ve gözsüzsün ki, bizim yüzümüzdeki sikke-i vahdeti ve turra-i ehadiyeti görmüyorsun, anlamıyorsun. Ve bizim nizamat-ı âliyemizi ve kavânin-i ubûdiyetimizi bilmiyorsun. Bizi intizamsız zannediyorsun.

“Bizler öyle bir Zâtın san’atıyız ve hizmetkârlarıyız ki, bizim denizimiz olan semâvâtı ve şeceremiz olan kâinatı ve mesiregâhımız olan nihayetsiz feza-yı âlemi kabza-i tasarrufunda tutan bir Vâhid-i Ehaddir. Bizler, donanma elektrik lâmbaları gibi, Onun kemâl-i rububiyetini gösteren nuranî şahitleriz ve saltanat-ı rububiyetini ilân eden ışıklı burhanlarız. Herbir taifemiz, Onun daire-i saltanatında, ulvî, süflî, dünyevî, berzahî, uhrevî menzillerde haşmet-i saltanatını gösteren ve ziya veren nuranî hizmetkârlarız.1

“Evet, herbirimiz kudret-i Vâhid-i Ehadin birer mu’cizesi; ve şecere-i hilkatin birer muntazam meyvesi; ve vahdâniyetin birer münevver burhanı; ve melâikelerin birer menzili, birer tayyaresi, birer mescidi; ve avâlim-i ulviyenin birer lâmbası, birer güneşi; ve saltanat-ı rububiyetin birer şahidi; ve feza-yı âlemin birer ziyneti, birer kasrı, birer çiçeği; ve semâ denizinin birer nuranî balığı; ve gökyüzünün birer güzel gözü HAŞİYE olduğumuz gibi, heyet-i mecmuamızda sükûnet içinde bir sükût ve hikmet içinde bir hareket ve haşmet içinde bir ziynet ve intizam içinde bir hüsn-ü hilkat ve mevzuniyet içinde bir kemâl-i san’at bulunduğundan, Sâni-i Zülcelâlimizi, nihayetsiz dillerle vahdetini, ehadiyetini, samediyetini ve evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâlini bütün kâinata ilân ettiğimiz halde, bizim gibi nihayet derecede sâfi, temiz, mutî, musahhar hizmetkârları karma karışıklık ve intizamsızlık ve vazifesizlik, hattâ sahipsizlikle ittiham ettiğinden tokada müstehaksın” der.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Bakara Sûresi, 2:117; Nahl Sûresi, 16:49; Nûr Sûresi, 24:41; Rûm Sûresi, 30:26.
HAŞİYE : Cenâb-ı Hakkın acaib-i masnuatına bakıp, temâşâ edip ve ettiren işaretleriz. Yani, semâvât hadsiz gözlerle zemindeki acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi temâşâ eder gibi görünüyor. Semânın melâikeleri gibi, yıldızlar dahi, mahşer-i acaip ve garaip olan arza bakıyorlar ve zîşuurları dikkatle baktırıyorlar, demektir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Otuz Birinci Söz / Sonraki Risale: Otuz Üçüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acaib-i masnuat : şaşırtıcı güzellikte olan san’at eserleri
acaib-i san’at-ı İlâhiye : Allah’ın hayranlık uyandırıcı san’at eserleri
avâlim-i ulviye : yüce âlemler
berzahî : kabir âlemine ait
daire-i saltanat : saltanat dairesi, egemenlik alanı
ehadiyet : Allah’ın her bir varlıkta görünen birlik tecellisi
evsâf-ı cemâl ve celâl ve kemâl : güzellik, haşmet ve mükemmellik bildiren sıfatlar; cemâl, celâl ve kemâl sıfatları
feza-yı âlem : uzay
haşmet-i saltanat : saltanatın haşmeti, görkemi
heyet-i mecmua : genel yapı, bütün
hüsn-ü hilkat : yaratılış güzelliği
intizamsız : düzensiz
kabza-i tasarruf : emri altında bulundurma
kasr : saray
kavânîn-i ubûdiyet : kulluk kanunları
kemâl-i rububiyet : Allah’ın herşeyi kuşatan kusursuz rablığı
kemâl-i san’at : san’at mükemmelliği
kudret-i Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah’ın güç ve iktidarı
mahşer-i acâip ve garaip : şaşırtıcı ve garip şeylerin toplandığı yer
mesiregâh : gezinti yeri
musahhar : boyun eğen
mutî : emre uyan
mevzuniyet : ölçülü olma
mu’cize : yaratma noktasında bütün sebepleri âciz bırakan olağanüstü şey
muntazam : düzenli
müddeî : iddia sahibi
münevver : nurlu, aydınlık
nizâmât-ı âliye : yüce nizamlar, düzenler
nuranî : parlak, nur saçan
saltanat-ı rububiyet : Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
Sâni-i Zülcelâl : sonsuz yücelik ve haşmet sahibi ve herşeyi san’atla yaratan Allah
semâ : gök
semâvât : gökler
sikke-i vahdet : birlik damgası
süflî : aşağı
sükûnet : sakinlik
sükût : suskunluk
şecere-i hilkat : yaratılış ağacı
turra-i ehadiyet : Allah’ın birliğini herbir şeyde ayrı ayrı gösteren mühür, imza
vahdâniyet : Allah’ın birliği
vahdet : Allah’ın birliği
Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
zemin : yer
zîşuur : şuur sahibi, bilinçli
ziynet : süs
Yükleniyor...