Hem der: Şu âlem çendan fânidir; fakat ebedî bir âlemin levazımatını yetiştiriyor. Çendan zâildir, geçicidir; fakat bâki meyveler veriyor, bâki bir zâtın bâki esmâsının cilvelerini gösteriyor. Ve çendan lezzetleri az, elemleri çoktur; fakat Rahmân-ı Rahîmin iltifâtâtı, zevâlsiz hakikî lezzetlerdir. Elemler ise, sevap cihetiyle mânevî lezzet yetiştiriyor.1 Madem meşru daire, ruh ve kalb ve nefsin bütün lezzetlerine safâlarına, keyiflerine kâfidir. Gayr-ı meşru daireye girme. Çünkü o dairedeki bir lezzetin bazan bin elemi var. Hem hakikî ve daimî lezzet olan iltifâtât-ı Rahmâniyeyi kaybetmeye sebeptir.2
Hem dalâletin yolunda sabıkan beyan edildiği gibi, esfel-i sâfilîne insanı öyle bir sukut ettiriyor ki,3 hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin zulümat kuyusundan hiçbir terakkiyât-ı beşeriye, hiçbir kemâlât-ı fenniye insanı çıkaramadığı halde, Kur’ân-ı Hakîm, iman ve amel-i salihle, o esfel-i sâfilîne sukuttan, insanı âlâ-yı illiyyîne çıkarır. Ve delâil-i kat’iye ile çıkarmasını ispat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyât-ı mâneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihâzâtıyla dolduruyor.4
Hem beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshil eder ve kolaylaştırır. Bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir günde kestirecek vesaiti gösterir.5
Hem Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâli tanıttırmakla, insanı Ona bir memur abd ve bir vazifedar misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem berzahî ve uhrevî menzillerde kemâl-i rahatla seyahatini temin eder. Nasıl ki, bir padişahın müstakim bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hudutlarından suhuletle ve tayyare, gemi, şimendifer gibi sür’atli vasıta-i seyahatle gezer, geçer.
Hem dalâletin yolunda sabıkan beyan edildiği gibi, esfel-i sâfilîne insanı öyle bir sukut ettiriyor ki,3 hiçbir medeniyet, hiçbir felsefe ona çare bulamadıkları ve o derin zulümat kuyusundan hiçbir terakkiyât-ı beşeriye, hiçbir kemâlât-ı fenniye insanı çıkaramadığı halde, Kur’ân-ı Hakîm, iman ve amel-i salihle, o esfel-i sâfilîne sukuttan, insanı âlâ-yı illiyyîne çıkarır. Ve delâil-i kat’iye ile çıkarmasını ispat ediyor ve o derin kuyuyu terakkiyât-ı mâneviyenin basamaklarıyla ve tekemmülât-ı ruhiyenin cihâzâtıyla dolduruyor.4
Hem beşerin uzun ve fırtınalı ve dağdağalı olan ebed tarafındaki yolculuğunu gayet derecede teshil eder ve kolaylaştırır. Bin, belki elli bin senelik mesafeyi bir günde kestirecek vesaiti gösterir.5
Hem Sultan-ı Ezel ve Ebed olan Zât-ı Zülcelâli tanıttırmakla, insanı Ona bir memur abd ve bir vazifedar misafir vaziyetini verir. Hem dünya misafirhanesinde, hem berzahî ve uhrevî menzillerde kemâl-i rahatla seyahatini temin eder. Nasıl ki, bir padişahın müstakim bir memuru, onun daire-i memleketinde, hem her vilâyetin hudutlarından suhuletle ve tayyare, gemi, şimendifer gibi sür’atli vasıta-i seyahatle gezer, geçer.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : bk. Bakara Sûresi, 2:25, 82; Âl-i İmran Sûresi, 3:15, 198; Nisâ Sûresi, 4:14, 169; Mâide Sûresi, 5:85, 119; A’râf Sûresi, 7:42; Tevbe Sûresi, 9:22, 72, 89, 100; Hûd Sûresi, 11:23; İbrahim Sûresi, 14:22.
2 : bk. Furkan Sûresi, 25:69; Yûnnus Sûresi, 10:27, 52; Ra’d Sûresi, 13:5; Mü’minûn Sûresi, 23:103; Secde Sûresi, 32:14; Fussilet Sûresi, 41:28; Zuhruf Sûresi, 43:74; Muhammed Sûresi, 47:15.
3 : bk. Nisâ Sûresi, 4:145; Tîn Sûresi, 95:5.
4 : bk. Sâd Sûresi, 38:24; İnşikak Sûresi, 8425; Tîn Sûresi, 95:6; Asr Sûresi,103:3.
5 : bk. Meâric Sûresi, 70:1-44.
2 : bk. Furkan Sûresi, 25:69; Yûnnus Sûresi, 10:27, 52; Ra’d Sûresi, 13:5; Mü’minûn Sûresi, 23:103; Secde Sûresi, 32:14; Fussilet Sûresi, 41:28; Zuhruf Sûresi, 43:74; Muhammed Sûresi, 47:15.
3 : bk. Nisâ Sûresi, 4:145; Tîn Sûresi, 95:5.
4 : bk. Sâd Sûresi, 38:24; İnşikak Sûresi, 8425; Tîn Sûresi, 95:6; Asr Sûresi,103:3.
5 : bk. Meâric Sûresi, 70:1-44.
Önceki Risale: İkinci Mevkıf