Ve esmâ ve sıfâtın herbirisinde binler merâtib-i ihsan ve cemâl ve binler tabakat-ı kemâl ve muhabbet var. Sen yalnız Rahmân ismine bak ki, Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem’ası ve dünyadaki bütün rızık ve nimet bir katresidir.

İşte, şu muvazene, ehl-i dalâletle ehl-i imanın hayat ve vazife cihetindeki mahiyetlerine işaret eden

لَقَدْخَلَقْنَا اْلاِنْسَانَ فِىۤ اَحْسَنِ تَقْوِيمٍ - ثُمَّ رَدَدْناَهُ اَسْفَلَ سَافِلِينَ -
اِلاَّ الَّذِينَ اٰمَنوُا وَعَمِلُوا الصَّالِحَاتِ
1

hem netice ve âkıbetlerine işaret eden
2 فَمَا بَكَتْ عَلَيْهِمُ السَّمَاۤءُ وَاْلاَرْضُ olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu’cizâne, beyan ettiğimiz muvazeneyi ifade ederler.

Birinci âyet, On Birinci Sözde tafsilen o âyetin i’cazkârâne ve îcazkârâne ifade ettiği hakikati, o Sözde beyan edildiğinden, onu oraya havale ederiz. İkinci âyet ise, yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki:

Şu âyet, mefhum-u muvafık ile şöyle ferman ediyor: “Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar.” 3 Ve mefhum-u muhalifle delâlet ediyor ki, “Ehl-i imanın dünyadan gitmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlıyor.

Yani, ehl-i dalâlet, madem semâvât ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânâlarını bilmiyor, onların kıymetlerini iskat ediyor, Sânilerini tanımıyor. Onlara karşı bir hakaret, bir adâvet ettiğinden, elbette semâvât ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrin eder, onların gebermesiyle memnun olurlar.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “And olsun ki, Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik-ancak iman eden ve güzel işler yapanlar müstesna.” Tîn Sûresi, 95:4-6.
2 : “Gök ve yer onlara ağlamadı.” Duhan Sûresi, 44:29.
3 : bk. Duhân Sûresi, 44:29.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: İkinci Mevkıf
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adâvet : düşmanlık
âkıbet : netice, sonuç
arz : yer
bâki : sürekli, kalıcı, devamlı
beyan etmek : açıklamak
beyan : açıklama
cihet : yön
cilve : görüntü, akis
daimî : devamlı, sürekli
delâlet : delil olma, işaret etme
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapmış inançsız kimseler
ehl-i iman : Allah’a ve iman esaslarına inanan kimseler, mü’minler
esmâ : isimler
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
ferman : emir, buyruk
hakikat : gerçek, doğru
i’câzkârâne : mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde
îcazkârâne : az sözle çok mânâlar anlatarak, vecîz bir şekilde
inkâr : kabul etmeme, inanmama
iskat : düşürme
katre : damla
lem’a : parıltı
mahiyet : öz nitelik, özellik, esas
mefhum-u muhalif : bir sözün ters mânâsı, zıt anlam
mefhum-u muvafık : doğrudan anlaşılan mânâ
merâtib-i ihsan ve cemâl : güzellik ve iyilik mertebeleri
mu’cizâne : mu’cizeli bir şekilde, benzerini yapmaktan insanları aciz bırakacak şekilde
muvazene : karşılaştırma
Rahmân : kullarına karşı sınırsız rahmet sahibi olan ve rahmetinin eserleri dünya ve âhireti dolduran Allah
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
Sâni : herşeyi mükemmel bir san’atla yaratan Allah
semâvat : gökler
sıfât : vasıflar, özellikler
tabakat-ı kemâl ve muhabbet : sevgi ve olgunluk tabakaları, katmanları
tafsilen : ayrıntılı olarak
ulvî : yüce
zemin : yer
Yükleniyor...