Evet, kâinattaki mevcudata bakıyoruz ve görüyoruz ki, zaaf-ı mutlak içinde bir kuvvet-i mutlaka tezahürâtı var; ve acz-i mutlak içinde bir kudret-i mutlakanın âsârı görünüyor: meselâ, nebâtâtın tohumlarında ve köklerindeki ukde-i hayatiyelerinin intibahları zamanında gösterdikleri harika vaziyetleri gibi.
Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gınâ-yı mutlakın tezahürâtı var: kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaalı servet ve gınâları gibi. Hem cumûd-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhâtı görünüyor: anâsır-ı câmidenin zîhayat maddelere inkılâbı gibi. Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahürâtı görünüyor: zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizâmât-ı âleme ve mesâlih-i hayata ve metâlib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârâne vaziyetleri gibi.
İşte, bu acz içindeki kudret; ve zaaf içindeki kuvvet; ve fakr içindeki servet ve gınâ; ve cumud ve cehil içindeki hayat ve şuur, bilbedâhe ve bizzarure, bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûm bir Zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar, heyet-i mecmuasıyla, büyük bir mikyasta, bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte, ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlâhiyeyi tanımazsan, herbir şeye, hattâ herbir zerreye hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Hem fakr-ı mutlak ve kuruluk içinde bir gınâ-yı mutlakın tezahürâtı var: kıştaki toprağın ve ağaçların vaziyet-i fakirâneleri ve baharda şâşaalı servet ve gınâları gibi. Hem cumûd-u mutlak içinde bir hayat-ı mutlakanın tereşşuhâtı görünüyor: anâsır-ı câmidenin zîhayat maddelere inkılâbı gibi. Hem bir cehl-i mutlak içinde muhit bir şuurun tezahürâtı görünüyor: zerrelerden yıldızlara kadar herşeyin harekâtında nizâmât-ı âleme ve mesâlih-i hayata ve metâlib-i hikmete muvafık bir tarzda hareket etmeleri ve şuurkârâne vaziyetleri gibi.
İşte, bu acz içindeki kudret; ve zaaf içindeki kuvvet; ve fakr içindeki servet ve gınâ; ve cumud ve cehil içindeki hayat ve şuur, bilbedâhe ve bizzarure, bir Kadîr-i Mutlak ve Kaviyy-i Mutlak ve Ganiyy-i Mutlak ve Alîm-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyûm bir Zâtın vücub-u vücuduna ve vahdetine karşı her taraftan pencereler açar, heyet-i mecmuasıyla, büyük bir mikyasta, bir cadde-i nuraniyeyi gösterir. İşte, ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiatı bırakıp kudret-i İlâhiyeyi tanımazsan, herbir şeye, hattâ herbir zerreye hadsiz bir kuvvet ve kudret ve nihayetsiz bir hikmet ve maharet, belki ekser eşyayı görecek, bilecek, idare edecek bir iktidar, herşeyde bulunduğunu kabul etmek lâzım gelir.
Önceki Risale: Otuz İkinci Söz / Sonraki Risale: Lemeât
Bölümler
- Giriş
- Birinci Pencere
- İkinci Pencere
- Üçüncü Pencere
- Dördüncü Pencere
- Beşinci Pencere
- Altıncı Pencere
- Yedinci Pencere
- Sekizinci Pencere
- Dokuzuncu Pencere
- Onuncu Pencere
- On Birinci Pencere
- On İkinci Pencere
- On Üçüncü Pencere
- On Dördüncü Pencere
- On Beşinci Pencere
- On Altıncı Pencere
- On Yedinci Pencere
- On Sekizinci Pencere
- On Dokuzuncu Pencere
- Yirminci Pencere
- Yirmi Birinci Pencere
- Yirmi İkinci Pencere
- Yirmi Üçüncü Pencere
- Yirmi Dördüncü Pencere
- Yirmi Beşinci Pencere
- Yirmi Altıncı Pencere
- Yirmi Yedinci Pencere
- Yirmi Sekizinci Pencere
- Yirmi Dokuzuncu Pencere
- Otuzuncu Pencere
- Otuz Birinci Pencere
- Otuz İkinci Pencere
- Otuz Üçüncü Pencere
- İhtar