Her lisanında yüz bin burhanı var ki, herbiri çok cihetle Vâcibü’l-Vücud, Vâhid-i Ehad, herşeye Kadîr, herşeye Alîm bir Zât-ı Zülcelâlin vücub-u vücuduna ve vahdetine ve evsâf-ı kudsiyesine ve Esmâ-i Hüsnâsına şehadet ederler. Evet, arzın evvel-i hilkatine bakıyoruz ki, mâyi haline gelen bir madde-i seyyâleden taş, ve taştan toprak halk edilmiş. Mâyi kalsaydı, kabil-i süknâ olmazdı. O mâyi taş olduktan sonra demir gibi sert olsaydı, kabil-i istifade olmazdı. Elbette buna bu vaziyeti veren, yerin sekenelerinin hâcetlerini gören bir Sâni-i Hakîmin hikmetidir. Sonra, tabaka-i türâbiye, dağlar direği üzerine atılmış, tâ içindeki dahilî inkılâplardan gelen zelzeleler, dağlarla teneffüs edip, zemini hareketinden ve vazifesinden şaşırtmasın. Hem denizin istilâsından toprağı kurtarsın.

Hem zîhayatların levâzımât-ı hayatiyesine birer hazine olsun. Hem havayı tarasın, gazât-ı muzırradan tasfiye etsin, tâ teneffüse kabil olsun. Hem suları biriktirip iddihar etsin. Hem zîhayata lâzım olan sair madenlere menşe ve medar olsun. İşte, bu vaziyet bir Kadîr-i Mutlak ve bir Hakîm-i Rahîmin vücub-u vücuduna ve vahdetine gayet kat’î ve kuvvetli şehadet eder. Ey coğrafyacı efendi! Bunu neyle izah edersin? Hangi tesadüf şu acaib-i masnuatla dolu sefine-i Rabbâniyeyi bir meşher-i acaip yaparak, yirmi dört bin sene bir mesafede bir senede sür’atle çevirip, onun yüzünde dizilmiş eşyadan hiçbir şey düşürmesin?

Hem zeminin yüzündeki acip san’atlara bak: Anâsırlar ne derece hikmetle tavzif edilmişler. Bir Kadîr-i Hakîmin emriyle zemin yüzündeki Rahmân misafirlerine nasıl güzel bakıyorlar, hizmetlerine koşuyorlar. Hem acip ve garip san’atlar içinde rengârenk, acip, hikmetli, zemin yüzünün simasındaki bu nakışlı çizgilere bak: Nasıl sekenelerine enhar ve çayları, deniz ve ırmakları, dağ ve tepeleri, ayrı ayrı mahlûklarına ve ibâdına lâyık birer mesken ve vesâit-i nakliye yapmış.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Otuz İkinci Söz / Sonraki Risale: Lemeât
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acaib-i masnuat : hayrette bırakan san’at eserleri
acip : hayret verici, şaşırtıcı
Alîm : herşeyi hakkıyla bilen, sonsuz ilim sahibi Allah
anâsır : unsurlar
enhar : nehirler
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın güzel isimleri
evsâf-ı kudsiye : mukaddes vasıflar, sıfatlar
evvel-i hilkat : yaratılışın başlangıcı
garip : tuhaf
gazât-ı muzırra : zararlı gazlar
hâcet : ihtiyaç
Hakîm-i Rahîm : sonsuz şefkat ve merhamet sahibi ve herşeyi hikmetle yapan Allah
halk : yaratma
hikmet : herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
iddihar : biriktirme, depolama
inkılâp : değişim, dönüşüm
istilâ : kuşatma, basma
izah : açıklama
kabil : uygun, kabiliyetli
kabil-i istifade : kullanmaya elverişli
kabil-i süknâ : oturmaya elverişli, oturulabilir
Kadîr : herşeye gücü yeten, herşeyi yapabilen, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Hakîm : herşeyi hikmetle yapan ve sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
kat’i : kesin
levâzımât-ı hayatiye : hayat için gerekli şeyler
madde-i seyyâle : akıcı madde
mâyi : sıvı
medar : kaynak, sebep, dayanak
menşe : kaynak
meşher-i acaip : şaşırtıcı şeylerin sergilendiği yer
Rahmân : kullarına karşı çok merhametli olan ve rahmet eserleri bütün varlık âlemini kuşatan Allah
sair : diğer, başka
Sâni-i Hakîm : herşeyi hikmetle ve san’atla yaratan Allah
sefine-i Rabbâniye : herşeyi terbiye ve idare eden Allah’ın bir gemi gibi yaratarak uzayda gezdirdiği dünya
sekene : sakinler, oturanlar
şehadet : şahitlik, tanıklık
tabaka-i türâbiye : toprak tabakası
tasfiye : arındırma
tavzif : vazifelendirme
tesadüf : rastlantı
vahdet : birlik
Vâhid-i Ehad : bir olan ve birliği her bir şeyde görülen Allah
vücub-u vücud : varlığının zorunlu oluşu
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Zât, Allah
Yükleniyor...