Gel gelelim hudûsa. Mütekellimîn demişler ki: “Âlem mütegayyirdir. Her mütegayyir hâdistir. Herbir hâdisin bir muhdisi, yani mucidi var. Öyle ise bu kâinatın kadîm bir mucidi var.”

Biz de deriz: Evet, kâinat hâdistir. Çünkü, görüyoruz, her asırda, belki her senede, belki her mevsimde bir kâinat, bir âlem gider, biri gelir. Demek bir Kadîr-i Zülcelâl var ki, bu kâinatı hiçten icad ederek, her senede, belki her mevsimde, belki her günde birisini icad eder, ehl-i şuura gösterir ve sonra onu alır, başkasını getirir, birbiri arkasına takıp zincirleme bir surette zamanın şeridine asıyor. Elbette, bu âlem gibi birer kâinat-ı müteceddide hükmünde olan, her baharda gözümüzün önünde hiçten gelen ve giden kâinatları icad eden bir Zât-ı Kadîrin mu’cizât-ı kudretidirler. Elbette, âlem içinde her vakit âlemleri halk edip değiştiren Zât, mutlaka şu âlemi dahi o halk etmiştir ve şu âlemi ve rû-yi zemini o büyük misafirlere misafirhane yapmıştır.

Gelelim imkân bahsine. Mütekellimîn demişler ki: “İmkân, mütesâviyü’t-tarafeyndir. Yani, adem ve vücud, ikisi de müsavi olsa, bir tahsis edici, bir tercih edici, bir mucid lâzımdır. Çünkü, mümkinat birbirini icad edip teselsül edemez. Yahut o onu, o da onu icad edip devir suretinde dahi olamaz. Öyle ise bir Vâcibü’l-Vücud vardır ki bunları icad ediyor” Devir ve teselsülü, on iki burhan, yani arşî ve süllemî gibi namlarla müsemmâ, meşhur on iki delil-i kat’î ile devri iptal etmişler ve teselsülü muhal göstermişler; silsile-i esbabı kesip Vâcibü’l-Vücudun vücudunu ispat etmişler.

Biz de deriz ki: Esbab, teselsülün berâhiniyle âlemin nihayetinde kesilmesinden ise, herşeyde Hâlık-ı Külli Şeye has sikkeyi göstermek daha kat’î, daha kolaydır. Kur’ân’ın feyziyle, bütün Pencereler ve bütün Sözler o esas üzerine gitmişler. Bununla beraber, imkân noktasının hadsiz bir vüs’ati var; hadsiz cihetlerle Vâcibü’l-Vücudun vücudunu gösteriyor. Yalnız mütekellimînin teselsülün kesilmesi yoluna elhak geniş ve büyük olan o caddeye münhasır değildir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Otuz İkinci Söz / Sonraki Risale: Lemeât
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : yokluk
âlem : kâinat, evren
arşî ve süllemî : devir ve teselsülü inkâr maksadıyla yukarıya doğru gittikçe daralan ve tek bir yaratıcının varlığına dayanan mantıkî delil
berâhin : güçlü, mantıkî deliller
burhan : güçlü, mantıkî delil
cihet : yön
delil-i kat’î : kesin delil
ehl-i şuur : şuur ve bilinç sahibi kimseler
esbab : sebepler
feyz : ilham, bereket ve ilim bolluğu
hâdis : sonradan olan
hadsiz : sınırsız
Hâlık-ı Külli Şey : herşeyin yaratıcısı olan Allah
halk etmek : yaratmak
hudûs : sonradan meydana gelme, yok iken varlık kazanma
icad : var etme, yaratma
imkân : olabilirlik, varlığı ile yokluğu ihtimal dahilinde olan
kadîm : varlığının öncesi ve başlangıcı olmayan
Kadîr-i Zülcelâl : kudreti herşeyi kuşatan, sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan Allah
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kâinat-ı müteceddide : devamlı yenilenen kâinat, evren
kat’i : kesin
mu’cizât-ı kudret : Allah’ın kudret mu’cizeleri
mucid : icad eden, var eden
muhal : imkânsız
muhdis : meydana getiren, sonradan var eden
mümkinât : varlığı ile yokluğu imkân dahilinde olup Allah’ın var etmesine bağlı olanlar
müsavi : eşit, denk
müsemmâ : isimlendirilen
mütegayyir : değişen
mütekellimîn : kelâm âlimleri
mütesâviyü’t-tarafeyn : iki tarafı birbirine denk olan; varlık veya yokluk konusunda eşit durumda olan
nam : ad, ünvan
nihayet : son
rû-yi zemin : yeryüzü
sikke : mühür, işaret
silsile-i esbab : sebepler zinciri
suret : şekil, biçim
tahsis edici : ayırıcı, bir tarafa ait kılıcı
teselsül : zincirleme devam etme, ard arda gelme
Vâcibü’l-Vücud : varlığı zorunlu olan, var olmak için hiçbir sebebe ihtiyacı olmayan Allah
vücud : varlık
vüs’at : genişlik
Zât-ı Kadîr : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Zât, Allah
Yükleniyor...