İşte, bak: Âlem-i insaniyette, zaman-ı Âdem’den şimdiye kadar iki cereyan-ı azîm, iki silsile-i efkâr, her tarafta ve her tabaka-i insaniyede dal budak salmış iki şecere-i azîme hükmünde;1 biri silsile-i nübüvvet ve diyanet, diğeri silsile-i felsefe ve hikmet, gelmiş gidiyor. Her ne vakit o iki silsile imtizaç ve ittihad etmişse, yani silsile-i felsefe silsile-i diyanete dehalet edip itaat ederek hizmet etmişse, âlem-i insaniyet parlak bir surette bir saadet, bir hayat-ı içtimaiye geçirmiştir. Ne vakit ayrı gitmişlerse, bütün hayır ve nur silsile-i nübüvvet ve diyanet etrafına toplanmış ve şerler ve dalâletler felsefe silsilesinin etrafına cem olmuştur. Şimdi, şu iki silsilenin menşelerini, esaslarını bulmalıyız.

İşte, diyanet silsilesine itaat etmeyen silsile-i felsefe ki, bir şecere-i zakkum suretini alıp şirk ve dalâlet zulümatını etrafına dağıtır. Hattâ, kuvve-i akliye dalında dehriyyun, maddiyyun, tabiiyyun meyvelerini beşer aklının eline vermiş. Ve kuvve-i gadabiye dalında Nemrutları, Firavunları, Şeddadları HAŞİYE beşerin başına atmış. Ve kuvve-i şeheviye-i behîmiye dalında âliheleri, sanemleri ve ulûhiyet dâvâ edenleri semere vermiş, yetiştirmiş. O şecere-i zakkumun menşei ile, silsile-i nübüvvetin ki, bir şecere-i tûbâ-i ubûdiyet hükmünde bulunan o silsilenin, küre-i zeminin bağında mübarek dalları, kuvve-i akliye dalında enbiya ve mürselîn ve evliya ve sıddıkîn meyvelerini yetiştirdiği gibi, kuvve-i dâfia dalında âdil hâkimleri, melek gibi melikler meyvesini veren ve kuvve-i câzibe dalında hüsn-ü sîret ve ismetli cemâl-i suret ve sehâvet ve keremnamdarlar meyvesini yetiştiren ve beşer nasıl şu kâinatın en mükemmel bir meyvesi olduğunu gösteren o şecerenin menşei ile beraber, enenin iki cihetindedir. O iki şecereye menşe ve medar, esaslı bir çekirdek olarak, enenin iki vechini beyan edeceğiz. Şöyle ki:

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Mâide Sûresi, 5:27-31.
HAŞİYE : Evet, Nemrutları, Firavunları yetiştiren ve dâyelik edip emziren, eski Mısır ve Babil‘in, ya sihir derecesine çıkmış veyahut hususî olduğu için etrafında sihir telâkki edilen eski felsefeleri olduğu gibi, âliheleri eski Yunan kafasında yerleştiren ve asnâmı tevlid eden felsefe-i tabiiye bataklığıdır. Evet, tabiatın perdesiyle Allah’ın nurunu görmeyen insan, herşeye bir ulûhiyet verip kendi başına musallat eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i insaniyet : insanlık âlemi
âlihe : batıl ilâhlar, tanrılar
asnâm : putlar
âyine : ayna
beşer : insan
câmi’ : kapsamlı, içine alan
cem olmak : toplanmak
cereyan-ı azîm : büyük fikir ve düşünce akımı
dalâlet : hak yoldan sapkınlık, inançsızlık
dâvâ : iddia
dâyelik : süt annelik
dehalet etmek : sığınmak
dehriyyun : dünyanın sonsuz olduğuna inanıp, âhireti inkâr edenler
diyanet : din
felsefe-i tabiiye : herşeyi tabiata dayandıran felsefe
fihriste : indeks, içindekiler
hakikat : gerçek
hayat-ı içtimaiye : toplumsal hayat
iktifâen : yeterli görerek
imtizaç : karışma
ittihad : birleşme
kuvve-i akliye : akıl duygusu
kuvve-i gadabiye : öfke duygusu
kuvve-i şeheviye-i behîmiye : hayvanî şehvet duygu
maddiyyun : materyalistler, herşeyi maddeye bağlayanlar
menşe : kaynak
nur : aydınlık, ışık
ruznâme : günlük
sanem : put
silsile-i diyanet : din zinciri
silsile-i efkâr : fikirler zinciri
silsile-i felsefe ve hikmet : hikmet ve felsefe zinciri
silsile-i felsefe : felsefe zinciri
silsile-i nübüvvet ve diyanet : din ve peygamberlik zinciri
suret : şekil, biçim
şecere-i azîme : büyük ağaç
şecere-i zakkum : Cehennemdeki zakkum ağacı
şer : kötülük
şirk : Allah’a ortak koşma
tabaka-i insaniye : insanlık tabakası, grubu
tabiiyyun : tabiatçılar, yaratıcı olarak tabiatı kabul edenler
telâkki edilen : kabul edilen
tevlid etmek : doğurmak
ulûhiyet : ilâhlık, tanrılık
zaman-ı Âdem : Hz. Âdem’in yaşadığı dönem
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...