İşte, şu parlak, nuranî, güzel yüz, hayattar ve mânidar bir çekirdek hükmüne geçmiş ki, Hâlık-ı Zülcelâl, bir şecere-i tûbâ-i ubûdiyeti ondan halk etmiştir ki, onun mübarek dalları, âlem-i beşeriyetin her tarafını nuranî meyvelerle tezyin etmiştir. Bütün zaman-ı mazideki zulümatı dağıtıp, o uzun zaman-ı mazi, felsefenin gördüğü gibi bir mezar-ı ekber, bir ademistan olmadığını, belki istikbale ve saadet-i ebediyeye atlamak için ervâh-ı âfilîne bir medar-ı envar ve muhtelif basamaklı bir mirac-ı münevver ve ağır yüklerini bırakan ve serbest kalan ve dünyadan göçüp giden ruhların nuranî bir nuristanı ve bir bostanı olduğunu gösterir.

İkinci vecih ise, felsefe tutmuştur. Felsefe ise, eneye mânâ-yı ismiyle bakmış. Yani, kendi kendine delâlet eder, der; mânâsı kendindedir, kendi hesabına çalışır, hükmeder. Vücudu aslî, zâtî olduğunu telâkki eder. Yani, zâtında bizzat bir vücudu vardır, der. Bir hakk-ı hayatı var, daire-i tasarrufunda hakikî mâliktir, zu’m eder. Onu bir hakikat-i sabite zanneder. Vazifesini, hubb-u zâtından neş’et eden bir tekemmül-ü zâtî olduğunu bilir, ve hâkezâ... Çok esâsât-ı fâsideye mesleklerini bina etmişler. O esâsat ne kadar esassız ve çürük olduğunu sair risalelerimde ve bilhassa Sözler’de, hususan On İkinci ve Yirmi Beşinci Sözlerde kat’î ispat etmişiz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ademistan : yokluk ülkesi
daire-i tasarruf : faaliyet dairesi
delâlet : delil olma, işaret etme
ervâh-ı âfilîn : göçüp giden ruhlar
esâsat-ı fâside : bozuk esaslar, çürük temeller
hakikat-i sabite : değişmez bir gerçek
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve azamet sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah
hubb-u zât : kendini sevme
Kàdir-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
mânâ-yı ismî : bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
medar-ı envar : nurlanma kaynağı
mezar-ı ekber : çok büyük mezar
mirac-ı münevver : nurlu yükseliş
mistar : şablon
neş’et eden : doğan, meydana gelen
nuristan : nur ülkesi
perde-i zâhiriye : görünen perde
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
şecere-i tûbâ-i ubûdiyet : kulluğun nurlu tûbâ ağacı
şerik : ortak
tabiat : kâinat ve içindekiler, canlı cansız varlıklar, maddî âlem
tekemmül-ü zâtî : kendi kendine gelişen, olgunlaşan
telâkki etmek : kabul etmek
tezyin : süsleme
ulûhiyet : İlâhlık
zâtî : kendine ait, kendiliğinden
zu’m : asılsız iddia, batıl inanç
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...