Üçüncü misal:

Nübüvvetin tevhid-i İlâhî hakkındaki netâic-i âliyesinden ve düstur-u gàliyesinden 1 اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ اِلاَّ عَنِ الْوَاحِدِ yani “Her birliği bulunan yalnız birden sudur edecektir; madem herşeyde ve bütün eşyada bir birlik var, demek birtek Zâtın icadıdır” diye olan tevhidkârâne düsturu nerede? Eski felsefenin bir düstur-u itikadiyesinden olan 2 اَلْوَاحِدُ لاَ يَصْدُرُ عَنْهُ اِلاَّ الْوَاحِدُ “Birden bir sudur eder”; yani “Bir zâttan bizzat birtek sudur edebilir. Sair şeyler, vasıtalar vasıtasıyla ondan sudur eder” diye, Ganiyy-i ale’l-Itlak ve Kadîr-i Mutlakı âciz vesaite muhtaç göstererek, bütün esbaba ve vesaite, rububiyette bir nevi şirket verip, Hâlık-ı Zülcelâle “akl-ı evvel“ 3 namında bir mahlûku verip adeta sair mülkünü esbaba ve vesaite taksim ederek bir şirk-i azîme yol açan şirk-âlûd ve dalâlet-pîşe o felsefenin düsturu nerede? Hükemanın yüksek kısmı olan işrâkıyyun böyle halt etseler, maddiyyun, tabiiyyun gibi aşağı kısımları ne kadar halt edeceklerini kıyas edebilirsin.

Dördüncü misal:

Nübüvvetin düstur-u hakîmânesinden 4 وَاِنْ مِنْ شَىْءٍ اِلاَّ يُسَبِّحُ بِحَمْدِهِ sırrıyla, “Herşeyin, her zîhayatın neticesi, hikmeti, kendine ait bir ise, Sâniine ait neticeleri, Fâtırına bakan hikmetleri binlerdir. Herbir şeyin, hattâ bir meyvenin, bir ağacın meyveleri kadar hikmetleri, neticeleri bulunduğu” mahz-ı hakikat olan düstur-u hikmet nerede? Felsefenin “Herbir zîhayatın neticesi kendine bakar veyahut insanın menâfiine aittir’ diye, koca bir dağ gibi ağaca hardal gibi bir meyve, bir netice takmak gibi gayet mânâsız bir abesiyet içinde gördüğü hikmetsiz hikmet-i muzahrefe düsturları nerede? Şu hakikat, Onuncu Sözün Onuncu Hakikatinde bir derece gösterildiğinden, kısa kestik.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. eş-Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal 2:124; el-îci, Kitabu’l-Mevakıf 2:589.
2 : bk. eş-Şehristanî, el-Milel ve’n-Nihal 2:187; el-îci, Kitabu’l-Mevakıf 2:689-690.
3 : bk. İbni Teymiyye, Şerhu’l-Akîdeti’l-İsfahâniyye 2:80; eş-Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal 2:75, 88.
4 : “Hiçbir şey yoktur ki, Onu hamd ile tesbih etmesin.” İsrâ Sûresi, 17:44.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abesiyet : faydasızlık, gayesizlik
âciz : güçsüz
akl-ı evvel : ilk akıl, dinsiz felsefenin Allah’a nisbet ettiği sıfat
dalâlet-pîşe : sapıklığı ve inançsızlığı meslek edinmiş
düstur : prensip, kural
düstur-u gàliye : kıymetli prensip, kanun
düstur-u hakîmâne : hikmetli prensip
düstur-u hikmet : hikmet prensibi
düstur-u itikadiye : inanç prensibi
esbab : sebepler
eşya : varlıklar
Fâtır : benzeri olmayan şeyi hârika üstün sanatıyla yaratan Allah
Ganiyy-i Alel’ıtlak : her cihetle sınırsız zenginlik sahibi Allah
Hâlık-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve azamet sahibi, herşeyi yoktan yaratan Allah
hardal : çok küçük tohumları olan bir bitki
hikmet : gaye, fayda
hikmet-i muzahrefe : görünüşte güzel ve süslü, gerçekte içi boş ve çürük felsefe
hükema : filozoflar, felsefeciler
icad : yaratma, var etme
işrakıyyun : bilginin kaynağının mânevî aydınlanma, sezgi ve ilham olduğu görüşünü savunanlar
Kadîr-i Mutlak : herşeye gücü yeten, sonsuz güç ve kudret sahibi Allah
maddiyyun : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
mahlûk : yaratık
mahz-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
menâfi : faydalar, yararlar
misal : örnek
mülk : sahip olunan ve hükmedilen şey
nam : ad
nevi : tür, çeşit
nübüvvet : peygamberlik
rububiyet : Rablık; Allah’ın herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri vermesi, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulundurması
sair : diğer
Sâni : herşeyi san’atla yaratan Allah
sudur etmek : çıkmak, olmak
şirk-âlûd : şirk, inkâr bulaşmış
şirket : ortaklık
şirk-i azîm : büyük şirk, Allah’a ortak koşma
tabiiyyun : tabiatçılar, yaratıcı olarak tabiatı kabul edenler
taksim : bölüştürme, paylaştırma
tevhidkârâne : her şeyin bir olan Allah’a ait olduğunu gösteren
vesait : araçlar
zîhayat : canlı
Yükleniyor...