Kalbime geldi ki, şu zeminin öteki tarafında ziya, nesîm, âb-ı hayat var, oraya geçmek lâzım. Baktım ki, ihtiyarsız sevk olunuyorum. Zeminin içinde tünelvâri bir mağaraya sokuldum. Git gide zeminin içinde seyahat ettim. Bakıyorum ki, benden evvel o tahtel’arz yolda çok kimseler gitmişler, her tarafta boğulup kalmışlar. Onların ayak izlerini görüyordum. Bazılarının bir zaman seslerini işitiyordum; sonra sesleri kesiliyordu.

Ey hayaliyle benim seyahat-i hayaliyeme iştirak eden arkadaş! O zemin tabiattır ve felsefe-i tabiiyedir. Tünel ise, ehl-i felsefenin efkârıyla hakikate yol açmak için açtıkları meslektir. Gördüğüm ayak izleri, Eflâtun ve Aristo HAŞİYE gibi meşahirlerindir. İşittiğim sesler, İbn-i Sina ve Fârâbî gibi dâhilerindir. Evet, İbn-i Sina’nın bazı sözlerini, kanunlarını bazı yerlerde görüyordum. Sonra bütün bütün kesiliyordu. Daha ileri gidememiş. Demek boğulmuş. Her neyse, seni meraktan kurtarmak için hayalin altındaki hakikatin bir köşesini gösterdim. Şimdi seyahatime dönüyorum.

Gid gide, baktım ki, benim elime iki şey verildi: biri, bir elektrik, o tahtel’arz tabiatın zulümatını dağıtır; diğeri bir âlet ile dahi azîm kayalar, dağ-misal taşlar parçalanıp bana yol açılıyor. Kulağıma denildi ki: “Bu elektrikle o âlet Kur’ân’ın hazinesinden size verilmiştir.”

Her ne ise, çok zaman öylece gittim. Baktım ki, öteki tarafa çıktım. Gayet güzel bir bahar mevsiminde, bulutsuz bir güneş, ruh-efzâ bir nesîm, hayattar bir âb-ı leziz, her taraf şenlik içinde bir âlem gördüm. “Elhamdü lillâh” dedim. Sonra baktım ki, ben kendi kendime mâlik değilim. Birisi beni tecrübe ediyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Eğer desen: “Sen necisin, bu meşahire karşı meydana çıkıyorsun? Sen bir sinek gibi olup da kartalların uçmalarına karışıyorsun?” Ben de derim ki: Kur’ân gibi bir üstad-ı ezeliyem varken, dalâlet-âlûd felsefenin ve evham-âlûd aklın şakirtleri olan o kartallara, hakikat ve marifet yolunda sinek kanadı kadar da kıymet vermeye mecbur değilim. Ben onlardan ne kadar aşağı isem, onların üstadı dahi benim üstadımdan bin defa daha aşağıdır. Üstadımın himmetiyle, onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı. Evet, büyük bir padişahın, onun kanununu ve evâmirini hâmil küçük bir neferi, küçük bir şahın büyük bir müşirinden daha büyük işler görebilir..
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
âb-ı leziz : lezzetli su
âlem : dünya
azîm : büyük
dağ-misal : dağ gibi
dâhi : son derece zeki, deha ve hikmet sahibi kimse
dalâlet-âlûd : hak yoldan sapmış, inançsızlık bulaşmış
efkâr : fikirler, düşünceler
ehl-i felsefe : felsefe ile uğraşanlar
elhamdü lillâh : “her türlü övgü ve şükür yalnızca Allah’a aittir”
evâmir : emirler
evham-âlûd : vehimler ve kuruntular karışmış
felsefe-i tabiiye : herşeyi tabiata dayandıran felsefe
gark etmek : boğmak, batırmak
hakikat : gerçek, doğru
hâmil : taşıyan
hayattar : canlı
himmet : mânevî yardım
ihtiyarsız : irade dışı, istemeden
iştirak etmek : katılmak
mahlûk : yaratık
mâlik : sahip
marifet : geniş bilgi ve beceri
meşahir : meşhurlar, ünlüler
muvahhiş : ürküten, korkutan
muzır : zararlı
müşir : mareşal
nefer : asker, er
nesîm : hoş ve hafif rüzgâr
ruh-efzâ : ruha hoş gelen
seyahat-i hayaliye : hayalî (keşfî) yolculuk
şakirt : öğrenci, talebe
tabiat : kâinat ve içindekiler, canlı cansız varlıklar, maddî âlem
tahtel’arz : yeraltı
tecrübe etmek : denemek
tevehhüm etmek : zannetmek
tünelvâri : tünel gibi
üstad : hoca, öğretmen
üstad-ı ezeliye : varlığının başlangıcı olmayan üstad, öğretmen
zemin : yer
ziya : ışık
zulümat : karanlıklar
Yükleniyor...