Yine evvelki vaziyette, o sahrâ-yı azîmede, boğucu bulut altında yine ben kendimi gördüm. Daha başka bir yolda, bir sâik beni sevk ediyordu. Bu defa tahtezzemin değil, belki seyir ve seyahatle yeryüzünü kat’ edip öteki yüze geçmek için gidiyordum. O seyahatimde öyle acaip ve garaibi görüyordum ki, tarif edilmez.

Deniz bana hiddet ediyor, fırtına beni tehdit eder, herşey bana müşkülât peydâ eder. Fakat yine Kur’ân’dan bana verilen bir vasıta-i seyahatimle geçiyordum, galebe çalıyordum. Git gide bakıyordum, her tarafta seyyahların cenazeleri bulunuyor. O seyahati bitirenler, binde ancak birdir.

Her ne ise, o buluttan kurtulup, zeminin öteki yüzüne geçip güzel güneşle karşılaştım. Ruh-efzâ nesîmi teneffüs ederek “Elhamdü lillâh” dedim. O cennet gibi o âlemi seyre başladım.

Sonra baktım, biri var ki, beni orada bırakmıyor. Başka yolu bana gösterecek gibi, yine beni bir anda o müthiş sahrâya getirdi. Baktım ki, yukarıdan inmiş aynı asansörler gibi muhtelif tarzlarda bazı tayyare, bazı otomobil, bazı zembil gibi şeyler görünüyor. Kuvvet ve istidada göre onlara atılsa yukarıya çekiliyor. Ben de birisine atladım. Baktım, bir dakika zarfında bulutun fevkine beni çıkardı. Gayet güzel, müzeyyen, yeşil dağların üstüne çıktım. O bulut tabakası dağın yarısına kadar gelmemişti. En lâtif bir nesîm, en leziz bir âb-ı hayat, en şirin bir ziya her tarafta görünüyor.

Baktım ki, o asansörler gibi nuranî menziller her tarafta var. Hattâ iki seyahatimde ve zeminin öteki yüzünde onları görmüştüm, anlamamıştım. Şimdi anlıyorum ki, şunlar Kur’ân’-ı Hakîmin âyetlerinin cilveleridir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dokuzuncu Söz / Sonraki Risale: Otuz Birinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı hayat : hayat suyu
acaib : şaşırtıcı, garip şeyler
âlem : dünya
cilve : yansıma, görüntü
elhamdü lillâh : “her türlü övgü ve şükür yalnızca Allah’a aittir”
esbabperest : sebeplere tapan
evvelki : önceki
fevkine : üstüne
galebe çalmak : üstün gelmek
garaib : tuhaf, hayret verici şeyler
hakikat : gerçek
hiddet : öfke, kızgınlık
icad : yaratma, var etme
istidad : kabiliyet, yetenek
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
lâtif : güzel, hoş
leziz : lezzetli
menzil : durak, yer
meslek : yol, usül
muhtelif : çeşitli
müşkülât peydâ etmek : zorluklar çıkarmak
müşkülât : zorluklar
müzeyyen : süslü
nesîm : hoş ve hafif rüzgâr
nuranî : nurlu, parlak
ruh-efzâ : ruha hoş gelen
sahrâ : çöl
sahrâ-yı azîm : büyük çöl
sâik : sevk eden, sürükleyen
seyir : yolculuk, gezinti
seyyah : gezgin, yolcu
tabiat : doğa, canlı cansız bütün varlıklar
tabiiyyun : tabiatçılar, yaratıcı olarak tabiatı kabul edenler
tahtezzemin : yer altı
tarz : şekil
tayyare : uçak
tehdit : korkutma
vasıta-i seyahat : yolculuk aracı
vaziyet : durum
vesait : vasıtalar, araçlar
zembil : hasırdan örülerek yapılan kulplu torba, sepet
zemin : yer
ziya : ışık
Yükleniyor...