Hem o bedbaht, kendini vahşî canavarların hücumuna maruz bir mahpus hükmünde görüyor. Ve şu bahtiyar ise, bir aziz misafirdir ki, misafiri olduğu mihmandar-ı kerîmin acip hizmetkârlarıyla ünsiyet edip eğleniyor. Hem o bedbaht, zahiren leziz, mânen zehirli yemişleri yemekle azabını tâcil ediyor. Zira o meyveler, nümunelerdir: Tatmaya izin var, ta asıllarına talip olup müşteri olsun. Yoksa hayvan gibi yutmaya izin yoktur. Ve şu bahtiyar ise, tadar, işi anlar, yemesini tehir eder ve intizar ile telezzüz eder. Hem o bedbaht kendi kendine zulmetmiş. Gündüz gibi güzel bir hakikati ve parlak bir vaziyeti, basiretsizliğiyle kendisine muzlim ve zulümatlı bir evham, bir cehennem şekline getirmiş. Ne şefkate müstehaktır ve ne de kimseden şekvâya hakkı vardır. Meselâ, bir adam, güzel bir bahçede, ahbaplarının ortasında, yaz mevsiminde, hoş bir ziyafetteki keyfe kanaat etmeyip kendini pis müskirlerle sarhoş edip kendisini kış ortasında, canavarlar içinde, aç, çıplak tahayyül edip bağırmaya ve ağlamaya başlasa, nasıl şefkate lâyık değil, kendi kendine zulmediyor, dostlarını canavar görüp tahkir ediyor. İşte bu bedbaht dahi öyledir.

Ve şu bahtiyar ise, hakikati görür. Hakikat ise güzeldir. Hakikatin hüsnünü derk etmekle, hakikat sahibinin kemâline hürmet eder, rahmetine müstehak olur. İşte, “Fenalığı kendinden, iyiliği Allah’tan bil” 1 olan hükm-ü Kur’ânînin sırzâhir oluyor. Daha bunlar gibi sair farkları muvazene etsen, anlayacaksın ki, evvelkisinin nefs-i emmâresi ona bir mânevî cehennem ihzar etmiş. Ve ötekisinin hüsn-ü niyeti ve hüsn-ü zannı ve hüsn-ü hasleti ve hüsn-ü fikri, onu büyük bir ihsan ve saadete ve parlak bir fazilete ve feyze mazhar etmiş.

Ey nefsim! Ve ey nefsimle beraber bu hikâyeyi dinleyen adam! Eğer bedbaht kardeş olmak istemezsen ve bahtiyar kardeş olmak istersen, Kur’ân’ı dinle ve hükmüne mutî ol ve ona yapış ve ahkâmıyla amel et. Şu hikâye-i temsiliyede olan hakikatleri eğer fehmettinse, hakikat-i din ve dünya ve insan ve imanı ona tatbik edebilirsin. Mühimlerini ben söyleyeceğim; incelerini sen kendin istihrac et.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Nisâ Sûresi, 4:79.
Önceki Risale: Yedinci Söz / Sonraki Risale: Dokuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

ahkâm : hükümler
âkıl : akıllı
amel etmek : iş görmek, davranmak
bahtiyar : talihli
bedbaht : talihsiz
cemiyet-i beşeriye : insan toplumu
derk etme : algılama, kavrama
evvelkisi : öncekisi
fazilet : güzel ahlâk, üstünlük, erdem
fehmetmek : anlamak
fena : kötü
feyz : bereket, nimet
hakikat : gerçek
hakikat-i din ve dünya ve insan ve iman : dinin, dünyanın, insanın ve imanın gerçeği
hayat-ı içtimaiye : toplum hayatı
hayır : iyilik
hikâye-i temsiliye : kıyaslamalı benzetme şeklinde, analojik hikâye
huz mâ safâ, da’ mâ keder : duru ve saf olanı al, karışık ve bulanık olanı bırak (bu kuralın dayandığı âyet için bk. A’raf Sûresi, 7
hükm-ü Kur’ânî : Kur’an’ın hükmü
hürmet : saygı gösterme
hüsn : güzellik
hüsn-ü fikr : güzel düşünce
hüsn-ü haslet : güzel özellik, huy
hüsn-ü niyet : güzel niyet
hüsn-ü zan : güzel düşünce
ihsan : iyilik, bağış, ikram
ihzar : hazırlama
istihrac : çıkarma
kaide : prensip, kural
kalb-i fâsık : günahkâr insanın kalbi
kalb-i salih : dinin emir ve yasaklarına uygun hareket eden insanın kalbi
kemâl : mükemmellik, kusursuzluk
mazhar etmek : kavuşturmak
medeniyet-i insaniye : insanlık medeniyeti
mutî : itaat etme, emre uyma
muvakkat : geçici
muvazene : karşılaştırma
müstehak : layık, hak etmiş
nefis : kişinin kendisi
nefs-i emmare : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
rahmet : şefkat, merhamet
ruh-u kâfir : inkâr eden, inanmayan insanın ruhu
ruh-u mü’min : imanlı insanın ruhu
saadet : mutluluk
sair : diğer
selâmet-i kalb : kalp huzuru, rahatlığı
sır : gizli gerçek, gizem
şer : kötülük
tahayyül : hayal etme
tahkir : hakaret etme
tarik : yol
tarik-i isyan ve küfran : isyan ve küfür yolu
tarik-i Kur’ân ve iman : Kur’ân ve iman yolu
tatbik : uygulama
zâhir : görünme, ortaya çıkma
Yükleniyor...