İKİNCİ HATVEDE:

1 وَلاَ تَكُونُوا كَالَّذِينَ نَسُوا اللّٰهَ فَاَنْسٰيهُمْ اَنْفُسَهُمْ dersini verdiği gibi, kendini unutmuş, kendinden haberi yok. Mevti düşünse, başkasına verir. Fenâ ve zevâli görse, kendine almaz. Ve külfet ve hizmet makamında nefsini unutmak, fakat ahz-ı ücret ve istifade-i huzuzat makamında nefsini düşünmek, şiddetle iltizam etmek, nefs-i emmârenin muktezasıdır.

Şu makamda tezkiyesi, tathiri, terbiyesi, şu hâletin aksidir. Yani, nisyân-ı nefis içinde nisyan etmemek. Yani, huzuzat ve ihtirasatta unutmak; ve mevtte ve hizmette düşünmek...

ÜÇÜNCÜ HATVEDE:

2 مَاۤ اَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ اللّٰهِ وَمَاۤ اَصَابَكَ مِنْ سَيِّئَةٍ فَمِنْ نَفْسِكَ dersini verdiği gibi, nefsin muktezası, daima iyiliği kendinden bilip fahr ve ucbe girer. Bu Hatvede, nefsinde yalnız kusuru ve naksı ve aczi ve fakrı görüp, bütün mehâsin ve kemâlâtını, Fâtır-ı Zülcelâl tarafından ona ihsan edilmiş nimetler olduğunu anlayıp, fahr yerinde şükür ve temeddüh yerinde hamd etmektir.

Şu mertebede tezkiyesi, 3 قَدْ اَفْلَحَ مَنْ زَكّٰيهَا sırrıyla şudur ki: Kemâlini kemâlsizlikte, kudretini aczde, gınâsını fakrda bilmektir.

DÖRDÜNCÜ HATVEDE:

4 كُلُّ شَىْءٍ هَاِلكٌ اِلاَّ وَجْهَهُ dersini verdiği gibi, nefis kendini serbest ve müstakil ve bizzat mevcut bilir. Ondan, bir nevi rububiyet dâvâ eder; mâbuduna karşı adâvetkârâne bir isyanı taşır. İşte, gelecek şu hakikati derk etmekle ondan kurtulur. Hakikat şöyledir ki:

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Allah’ı unutanlar gibi olmayın ki, Allah da onlara kendi nefislerini unutturmuştur.” Haşir Sûresi, 59:19.
2 : “Sana her ne iyilik erişirse Allah’tandır. Sana her ne kötülük gelirse, o da kendi nefsindendir.” Nisâ Sûresi, 4:79.
3 : “Nefsini günahlardan arındıran kurtuluşa ermiştir.” Şems Sûresi, 91:9.
4 : “Herşey helâk olup gidicidir-Ona bakan yüzü müstesnâ.” Kasas Sûresi, 28:88.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Beşinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Yedinci Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : âcizlik, güçsüzlük
adâvetkârâne : düşmancasına
ahz-ı ücret : ücret alma
bizzat : kendisi
dâvâ etmek : iddia etmek
derk etmek : anlamak
fahr : övünme, gurur
fakr : fakirlik, ihtiyaç hali
fâni : gelip geçici, ölümlü
Fâtır-ı Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeyi harika, üstün sanatıyla yaratan Allah
fenâ : göçüp gitme, ölümlülük
gınâ : zenginlik
hâdis : sonradan olan
hakikat : gerçek
hâlet : durum, hal
hamd : övgü ve şükür
hatve : basamak, mertebe
huzuzat : haz ve lezzet veren şeyler
ihsan : bağış, iyilik
ihtirasat : ihtiraslar, aşırı istekler, tutkular
iltizam : taraf tutma, taraftarlık
istifade-i huzuzat : hazlardan, lezzetlerden istifade
kemâl : mükemmellik, kusursuzluk
kemâlât : mükemmellikler, üstün özellikler
kudret : güç, iktidar
külfet : zorluk
mâbud : kendisine ibadet edilen
mâdum : yok, ölü
mânâ-yı ismî : bir şeyin bizzat kendisine bakan ve kendisini tanıtan mânâsı
mefkut : kayıp, bilinmeyen
mehâsin : güzellikler, iyilikler
mevcut : var
mevt : ölüm
mukteza : bir şeyin gereği
müstakil : bağımsız
naks : noksanlık, eksiklik
nefis : kişinin kendisi; insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nefs-i emmâre : insanı daima kötülüğe, yasak zevk ve isteklere teşvik eden duygu
nevi : tür, çeşit
nisyan : unutmak
nisyân-ı nefis : nefsi unutmak
rububiyet : rablık
sır : gizli gerçek, gizem
şükür : verdiği nimetlerden dolayı Allah’a memnuniyetini sunma
tathir : temizleme
temeddüh : böbürlenme
tezkiye : temizleme
ucb : kibir, kendini beğenme
zevâl : gelip geçicilik, yokluk
Yükleniyor...