Meselâ,
سَبَّحَ ِللّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ وَهُوَ الْعَزِيزُ الْحَكِيمُ 1

âyetindeki belâğat-i mâneviyeyi zevk etmek istersen, kendini nur-u Kur’ân’dan evvel asr-ı cahiliyette, sahrâ-yı bedeviyette farz et ki, herşey zulmet-i cehil ve gaflet altında, perde-i cumûd-u tabiata sarılmış olduğu bir anda, Kur’ân’ın lisan-ı semâvîsinden
سَبَّحَ ِللّٰهِ مَا فِى السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضِ 2 veyahut
تُسَبِّحُ لَهُ السَّمٰوَاتُ السَّبْعُ وَاْلاَرْضُ وَمَنْ فِيهِنَّ 3 gibi âyetleri işit, bak. Nasıl ki, o ölmüş veya yatmış olan mevcudat-ı âlem, سَبَّحَ , تُسَبِّحُ sadâsıyla, işitenlerin zihninde nasıl diriliyorlar, huşyar oluyorlar, kıyam edip zikrediyorlar. Ve o karanlık gökyüzünde birer câmid ateşpare olan yıldızlar ve yerde perişan mahlûkat, تُسَبِّحُ sayhasıyla ve nuruyla, işitenin nazarında gökyüzü bir ağız, bütün yıldızlar birer kelime-i hikmetnümâ ve birer nur-u hakikat-edâ; ve küre-i arz bir baş ve berr ve bahr birer lisan ve bütün hayvanlar ve nebatlar birer kelime-i tesbihfeşan suretinde arz-ı didar eder.

Meselâ, On Beşinci Sözde ispat edilen şu misale bak:

يَامَعْشَرَ الْجِنِّ وَاْلاِنْسِ اِنِ اسْتَطَعْتُمْ اَنْ تَنْفُذُوا مِنْ اَقْطَارِ السَّمٰواَتِ وَاْلاَرْضِ فَانْفُذُوا لاَ تَنْفُذُونَ اِلاَّ بِسُلْطَانٍ - فَبِاَىِّ اٰلاَۤءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّباَنِ - يُرْسَلُ عَلَيْكُمَا شُوَاظٌ مِنْ نَارٍ وَنُحَاسٌ فَلاَ تَنْتَصِرَانِ - فَبِاَىِّ اٰلاَۤءِ رَبِّكُمَا تُكَذِّباَنِ - وَلَقَدْ زَيَّنَّا السَّمَاۤءَ الدُّنْيَا بِمَصَابِيحَ وَجَعَلْناَهَا رُجُومًا لِلشَّياَطِينِ 5 -4

âyetlerini dinle, bak ki ne diyor?

Diyor ki: “Ey acz ve hakareti içinde mağrur ve mütemerrid ve zaaf ve fakrı içinde serkeş ve muannid olan ins ve cin! Emirlerime itaat etmezseniz, haydi, elinizden gelirse hudud-u mülkümden çıkınız!

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder. O azîz ve hakîmdir.” Hadîd Sûresi, 57:1.
2 : “Göklerde ve yerde ne varsa Allah’ı tesbih eder.” Hadîd Sûresi, 57:1.
3 : “Yedi gök ve yer ve onların içindekiler Onu tesbih eder.” İsrâ Sûresi, 17:44.
4 : “Ey cinler ve insanlar topluluğu! Eğer göklerin ve yerin sınırlarından çıkıp gitmeye gücünüz yeterse, haydi, çıkın. Fakat Allah’ın vereceği bir kuvvet olmadan çıkamazsınız. Artık Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz? Üzerinize saf ateşten bir alevle bakır gibi kızıl bir duman salınır da, birbirinize hiçbir yardımınız dokunmaz. Artık Rabbinizin nimetlerinden hangi birini inkâr edersiniz?” Rahmân Sûresi, 55:33-36.
5 : “And olsun ki, dünya semâsını Biz kandillerle süsledik ve onları şeytanlar için birer gülle (mermi) yaptık.” Mülk Sûresi, 67:5.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acz : acizlik, güçsüzlük
arz-ı didar : güzelliğini arzedip gösterme
ateşpare : ateş parçası
bahir : deniz
berr : kara
câmid : cansız
fakr : fakirlik, muhtaçlık
hakaret : küçüklük, değersizlik
hudud-u mülk : memleket sınırı
huşyar : uyanık
ins ve cin : insanlar ve cinler
kelime-i hikmetnümâ : hikmet gösteren kelime
kelime-i tesbihfeşan : kusursuzluğu ilân edip yayan kelime
kıyam etmek : ayağa kalkmak
küre-i arz : yerküre, dünya
lisan : dil
lisan-ı semâvî : semavî lisan
mağrur : gururlu
mahlûkat : yaratıklar
mevcudat-ı âlem : kâinattaki varlıklar
muannid : inatçı
mütemerrid : inatçı, dikkafalı
nazar : bakış, dikkat
nebat : bitki
nur-u hakikat-edâ : hakikati gösteren nur
perde-i cumûd-u tabiat : tabiatın donuk, cansız perdesi
sadâ : ses
sayha : sesleniş
sebbeha/tüsebbihu : “tesbih eder”
serkeş : başkaldıran
suret : şekil, biçim
zaaf : zayıflık, kuvvetsizlik
zikretmek : Allah’ı anmak
Yükleniyor...