Nasıl cesaret edersiniz ki, öyle bir Sultanın emirlerine karşı gelirsiniz; yıldızlar, aylar, güneşler, emirber neferleri gibi emirlerine itaat ederler. Hem tuğyanınızla öyle bir Hâkim-i Zülcelâle karşı mübareze ediyorsunuz ki, öyle azametli mutî askerleri var, faraza şeytanlarınız dayanabilseler, onları dağ gibi güllelerle recmedebilirler. Hem küfranınızla öyle bir Mâlik-i Zülcelâlin memleketinde isyan ediyorsunuz ki, cünudundan öyleleri var, değil sizin gibi küçük, âciz mahlûklar, belki farz-ı muhal olarak dağ ve arz büyüklüğünde birer adüvv-ü kâfir olsaydınız, arz ve dağ büyüklüğünde yıldızları, ateşli demirleri size atabilirler, sizi dağıtırlar. Hem öyle bir kanunu kırıyorsunuz ki, onunla öyleler bağlıdır, eğer lüzum olsa arzınızı yüzünüze çarpar, gülleler gibi, küreler misillü yıldızları üstünüze Allah’ın izniyle yağdırabilirler.”

Daha sair âyâtın mânâlarındaki kuvvet ve belâğati ve ulviyet-i ifadesini bunlara kıyas et.

ÜÇÜNCÜ NOKTA: Üslûbundaki bedâat-i harikadır. Evet, Kur’ân’ın üslûpları hem gariptir, hem bedîdir, hem aciptir, hem muknidir. Hiçbir şeyi, hiçbir kimseyi taklit etmemiş; hiç kimse de onu taklit edemiyor. Nasıl gelmiş, öyle o üslûplar tarâvetini, gençliğini, garâbetini daima muhafaza etmiş ve ediyor. Ezcümle, bir kısım sûrelerin başlarında şifre-misal الۤمۤ, الۤرٰ, طٰهٰ, يٰسۤ, حٰمۤ عۤسۤقۤ gibi mukattaat hurufundaki üslûb-u bedîîsi, beş altı lem’a-i i’câzı tazammun ettiğini, İşârâtü’l-İ’câz’da yazmışız. Ezcümle:

Sûrelerin başında mezkûr olan huruf, hurufâtın aksâm-ı malûmesi olan mechûre, mehmûse, şedîde, rahve, zelâka, kalkale gibi aksâm-ı kesiresinden, herbir kısmından nısfını almıştır. Kabil-i taksim olmayan hafifinden nısf-ı ekser, sakîlinden nısf-ı ekall olarak, bütün aksâmını tansif etmiştir. Şu mütedahil ve birbiri içindeki kısımları ve iki yüz ihtimal içinde mütereddit, yalnız gizli ve fikren bilinmeyecek birtek yolla umumunu tansif etmek kabil olduğu halde, o yolda, o geniş mesafede sevk-i kelâm etmek, fikr-i beşerin işi olamaz. Tesadüf hiç karışamaz.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : hayret verici
âciz : güçsüz
adüvv-ü kâfir : kâfir düşman
aksâm : kısımlar, bölümler
aksâm-ı kesire : çok kısımlar
aksâm-ı malûme : bilinen kısımlar
bedâat-i harika : harika, olağanüstü güzellik
bedî : eşsiz derecede güzel, benzersiz
belâğat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, halin ve makamın icabına göre söylenmesi
farz-ı muhal : olmayacak birşeyi olacakmış gibi düşünme
garâbet : şaşırtıcılık
Hâkim-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi olan ve herşeye hükmeden Allah
huruf/hurufât : harfler
kabil-i taksim : bölünebilen
kalkale : harfi okurken, mahrecinden çıkarır çıkarmaz kesme ve böylece harfi iki defa okunmuş gibi çıkarma
küfran : nankörlük, inkar
lem’a-i i’câz : mu’cizelik parıltısı
mahlûk : yaratık
Mâlik-i Zülcelâl : sonsuz haşmet ve yücelik sahibi, herşeyin mâliki Allah
mânâ : anlam
mechûre : harf, hareke ile okunduğunda, nefesin hapsolunup sesin açığa çıktığı anda okunan harfler
mehmûse : gizli okunan harfler
mukattaat : bazı sûrelerin başlarında bulunan ve birer İlâhî şifre özelliğini taşıyan kesik harfler
mukni : ikna edici
mutî : itaat eden, emre uyan
mübareze : karşı koyma
mütedahil : iç içe, birbiri içinde
mütereddit : tereddütte kalan, her bir ihtimale eşit mesafede olan
nısf-ı ekall : yarıdan az
nısf-ı ekser : yarıdan çok
nısfı : yarısı
rahve : harf cezimli söylenirken sesin akması hali
recmetmek : taşlamak
sair : diğer
sakîl : ağır ve kalın okunan harfler
sifre-misal : şifre gibi
şedîde : harf sükun ile ve nefesin hepsi hapsolarak sâkin bir halde okunduğu zaman sesin aslâ akmaması
tansif etmek : ikiye bölmek
tarâvet : tazelik
tazammun etmek : içine almak
tuğyan : azgınlık, taşkınlık
ulviyet-i ifade : ifadedeki yücelik
üslûb-u bedî : eşsiz güzellikteki ifade tarzı
üslûp : ifade tarzı
zilâka : tecvitte keskin olarak çıkan harfler (lâm, râ, nun)
Yükleniyor...