İşte, tufan gibi bir hadise-i umumiyeyi bütün netâiciyle, hakaikiyle, birkaç cümlede, îcazlı, i’câzlı, cemâlli, icmalli bir tarzda beyan eder. Şu denizin sair katrelerini şu katreye kıyas et.
Şimdi, kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak. Meselâ,
وَالْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَديِمِ 1 deki
كَالْعُرْجُونِ الْقَديِمِ 2 kelimesine bak, ne kadar lâtif bir üslûbu gösteriyor. Şöyle ki:
Kamerin bir menzili var ki, Süreyya yıldızlarının dairesidir. Kameri, hilâl vaktinde, hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbihle, semânın yeşil perdesi arkasında güya bir ağaç bulunuyor gibi, beyaz, sivri, nuranî bir dalı, perdeyi yırtıp, başını çıkarıp, Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak, işitenin hayali olan gözüne göstermekle, medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahrânişinlerin nazarında ne kadar münasip, güzel, lâtif, ulvî bir üslûb-u ifade olduğunu, zevkin varsa anlarsın.
Meselâ, On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi,
وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 3 deki tecrî kelimesi şöyle bir üslûb-u âliye pencere açar. Şöyle ki: Tecrî lâfzıyla, yani “Güneş döner” tabiriyle, kış ve yaz, gece ve gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufât-ı kudret-i İlâhiyeyi ihtarla, Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sahifelerinde kalem-i kudretin yazdığı mektubat-ı Samedâniyeye nazarı çevirir, Hâlık-ı Zülcelâlin hikmetini ilâm eder.
وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا 4 Yani, “lâmba” tabiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki: Şu âlem bir saray; ve içinde olan eşya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu; ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtarla Sâniin haşmetini ve Hâlıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur.
Şimdi, kelimelerin penceresiyle gösterdiği üslûba bak. Meselâ,
وَالْقَمَرَ قَدَّرْناَهُ مَناَزِلَ حَتّٰى عَادَ كَالْعُرْجُونِ الْقَديِمِ 1 deki
كَالْعُرْجُونِ الْقَديِمِ 2 kelimesine bak, ne kadar lâtif bir üslûbu gösteriyor. Şöyle ki:
Kamerin bir menzili var ki, Süreyya yıldızlarının dairesidir. Kameri, hilâl vaktinde, hurmanın eskimiş beyaz bir dalına teşbih eder. Şu teşbihle, semânın yeşil perdesi arkasında güya bir ağaç bulunuyor gibi, beyaz, sivri, nuranî bir dalı, perdeyi yırtıp, başını çıkarıp, Süreyya o dalın bir salkımı gibi ve sair yıldızlar o gizli hilkat ağacının birer münevver meyvesi olarak, işitenin hayali olan gözüne göstermekle, medar-ı maişetlerinin en mühimmi hurma ağacı olan sahrânişinlerin nazarında ne kadar münasip, güzel, lâtif, ulvî bir üslûb-u ifade olduğunu, zevkin varsa anlarsın.
Meselâ, On Dokuzuncu Sözün âhirinde ispat edildiği gibi,
وَالشَّمْسُ تَجْرِى لِمُسْتَقَرٍّ لَهَا 3 deki tecrî kelimesi şöyle bir üslûb-u âliye pencere açar. Şöyle ki: Tecrî lâfzıyla, yani “Güneş döner” tabiriyle, kış ve yaz, gece ve gündüzün deveranındaki muntazam tasarrufât-ı kudret-i İlâhiyeyi ihtarla, Sâniin azametini ifham eder ve o mevsimlerin sahifelerinde kalem-i kudretin yazdığı mektubat-ı Samedâniyeye nazarı çevirir, Hâlık-ı Zülcelâlin hikmetini ilâm eder.
وَجَعَلَ الشَّمْسَ سِرَاجًا 4 Yani, “lâmba” tabiriyle şöyle bir üslûba pencere açar ki: Şu âlem bir saray; ve içinde olan eşya ise, insana ve zîhayata ihzar edilmiş müzeyyenat ve mat’ûmat ve levazımat olduğunu; ve güneş dahi musahhar bir mumdar olduğunu ihtarla Sâniin haşmetini ve Hâlıkın ihsanını ifham ederek tevhide bir delil gösterir ki, müşriklerin en mühim, en parlak mâbud zannettikleri güneş, musahhar bir lâmba, câmid bir mahlûktur.
Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:
1 : “Aya gelince, onun için de menziller takdir ettik ki, kurumuş hurma dalının ince yay halini alıncaya kadar incelir.” Yâsin Sûresi, 36:39.
2 : “Kurumuş hurma dalının ince yaya benzer şekli gibi.” Yâsin Sûresi, 36:39.
3 : “Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.
4 : “Güneşi de bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi, 71:16.
2 : “Kurumuş hurma dalının ince yaya benzer şekli gibi.” Yâsin Sûresi, 36:39.
3 : “Güneş de kendisine tayin edilmiş bir yere doğru akıp gider.” Yâsin Sûresi, 36:38.
4 : “Güneşi de bir kandil yaptı.” Nuh Sûresi, 71:16.
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Bölümler
- Kur'an'ın Tarifi, Birinci Cüz
- Kur'an'ın Tarifi, İkinci Cüz
- Kur'an'ın Tarifi, Üçüncü Cüz
- Birinci Şule, Birinci Şua
- Birinci Şule, İkinci Şua
- Birinci Şule, Üçüncü Şua
- İkinci Şule, Birinci Nur
- İkinci Şule, İkinci Nur
- İkinci Şule, Üçüncü Nur
- Üçüncü Şule, Birinci Ziya
- Üçüncü Şule, İkinci Ziya
- Üçüncü Şule, Üçüncü Ziya
- Üçüncü Şule, Hâtime