Medeniyet ve heyet-i içtimaiyenin mütehassıs bir hakîminin bu kelâmdan hissesi: Zemini bir hane; ve o hane hayatının direği, hayat-ı hayvaniye; ve hayat-ı hayvaniye direği, şerâit-i hayat olan su, hava ve topraktır. Su ve hava ve toprağın direği ve kazığı dağlardır.

Zira dağlar suyun mahzeni, havanın tarağı (gazat-ı muzırrayı tersip edip havayı tasfiye eder) ve toprağın hâmisi (bataklıktan ve denizin istilâsından muhafaza eder) ve sair levâzımât-ı hayat-ı insaniyenin hazinesi olarak fehmeder.

Şu koca dağları şu suretle hane-i hayatımız olan zemine direk yapan ve maişetimize hazinedar tayin eden Sâni-i Zü’l-Celâl ve’l-İkrâma, kemâl-i tazimle hamd ü senâ eder.

Hikmet-i tabiiyenin bir feylesofunun şu kelâmdan nasibi şudur ki: Küre-i zeminin karnında bazı inkılâbat ve imtizâcâtın neticesi olarak hasıl olan zelzele ve ihtizâzâtı, dağların zuhuruyla sükûnet bulduğunu ve medar ve mihverindeki istikrarına ve zelzelenin irticâcıyla medar-ı senevîsinden çıkmamasına sebep, dağların hurucu olduğunu ve zeminin hiddeti ve gazabı, dağların menâfiziyle teneffüs etmekle sükûnet ettiğini fehmeder, tamamen imana gelir, “Elhikmetü lillâh” der.

Meselâ اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَاْلاَرْضَ كَانَتَا رَتْقًا فَفَتَقْنَاهُمَا 1 daki رَتْقًا kelimesi, tetkikat-ı felsefe ile âlûde olmayan bir âlime, o kelime şöyle ifham eder ki:

Semâ berrak, bulutsuz, zemin kuru ve hayatsız, tevellüde gayr-ı kabil bir halde iken semâyı yağmurla, zemini hazravatla fethedip, bir nevi izdivaç ve telkih suretinde bütün zîhayatları o sudan halk etmek, öyle bir Kadîr-i Zülcelâlin işidir ki, rû-yi zemin Onun küçük bir bostanı ve semânın yüz örtüsü olan bulutlar Onun bostanında bir süngerdir anlar, azamet-i kudretine secde eder.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Gökler ve yer bitişik iken Biz onları birbirinden koparıp ayırdık.” Enbiyâ Sûresi, 21:30.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlûde : karışmış, bulaşmış
arz : yer
azamet-i kudret : kudretin büyüklüğü
berrak : saydam, duru
bidâyet-i hilkat : yaratılışın başlangıcı
bostan : bahçe
Elhikmetü lillâh : gerçek bilgi ve hikmet sadece Allah’ındır
fehmetmek : anlamak
feylesof : felsefeci
gayr-ı kabil : mümkün olmayan
gazab : öfke
gazat-ı muzırra : zararlı gazlar
hakîm : hikmet sahibi, âlim
halk etmek : yaratmak
hamd ü senâ : şükür, minnet ve övgü
hâmi : koruyucu
hane-i hayat : hayat evi
hasıl : meydana gelme
hazravat : yeşillikler
hiddet : kızgınlık
hikmet-i tabiiye : tabiatı konu alan fen ilmi
huruc : çıkma
ifham etmek : anlatmak
ihtizâzât : sallanmalar
imtizâcât : kaynaşmalar
inkılâbat : büyük değişimler
irticâc : sarsıntı
istilâ : yayılma, kaplama
izdivac : evlenme
mahzen : depo
maişet : geçim
medar : dayanak, eksen
medar-ı senevî : güneş etrafındaki bir yıllık yörüngesi
menâfiz : delikler
mihver : eksen
muhafaza etmek : korumak
muhakkik : gerçekleri araştıran ve delilleriyle bilen
netice : sonuç
nevi : tür, çeşit
rû-yi zemin : yeryüzü
sair : diğer
suret : şekil, biçim
sükûnet : sakinlik, durgunluk
tasfiye : safileştirme, arındırma
telkih : aşılama
teneffüs etmek : nefes almak
tersip : durultma, tortulardan temizleme, süzme
tetkikat-ı felsefe : felsefe araştırmaları
tevellüd : doğum
veled : evlat, çocuk
zelzele : deprem
zemin : yeryüzü
zîhayat : canlı
zuhur : meydana çıkma
Yükleniyor...