Hem meselâ, اُولٰۤئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ 1 da bir sükût var, bir ıtlak var. Neye zafer bulacaklarını tayin etmemiş, tâ herkes istediğini içinde bulabilsin. Sözü az söyler, tâ uzun olsun.

Çünkü, bir kısım muhatabın maksadı ateşten kurtulmaktır.
Bir kısmı yalnız Cenneti düşünür.
Bir kısım, saadet-i ebediyeyi arzu eder.
Bir kısım, yalnız rıza-i İlâhîyi rica eder.
Bir kısım, rüyet-i İlâhiyeyi gaye-i emel bilir.

Ve hâkezâ, bunun gibi pek çok yerlerde, Kur’ân sözü mutlak bırakır, tâ âmm olsun. Hazfeder, tâ çok mânâları ifade etsin. Kısa keser, tâ herkesin hissesi bulunsun. İşte, اَلْمُفْلِحُونَ der, neye felâh bulacaklarını tayin etmiyor. Güya o sükûtla der: “Ey Müslümanlar, müjde size! Ey müttakî, sen Cehennemden felâh bulursun. Ey salih, sen Cennete felâh bulursun. Ey ârif, sen rıza-i İlâhîye nail olursun. Ey âşık, sen rüyete mazhar olursun.” Ve hâkezâ...

İşte, Kur’ân, câmiiyet-i lâfziye cihetiyle, kelâmdan, kelimeden, huruftan ve sükûttan, herbirisinin binler misallerinden yalnız nümune olarak birer misal getirdik. Âyeti ve kıssatı bunlara kıyas edersin.

Hem meselâ, فَاعْلَمْ اَنَّهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ اللّٰهُ وَاسْتَغْفِرْ لِذَنْبِكَ 2 âyeti, o kadar vücuhu var ve o derece merâtibi var ki, bütün tabakat-ı evliya, bütün sülûklerinde ve mertebelerinde şu âyete ihtiyaçlarını görüp, ondan kendi mertebesine lâyık bir gıda-yı mânevî, bir taze mânâ almışlar. Çünkü Allah bir ism-i câmi’ olduğundan, Esmâ-i Hüsnâ adedince tevhidler, içinde bulunur.

اَىْ لاَ رَزَّاقَ اِلاَّ هُوَ - لاَ خَالِقَ اِلاَّ هُوَ - لاَ رَحْمٰنَ اِلاَّ هُوَ 3 ve hâkezâ.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “İşte kurtuluşa erenler onlardır.” Bakara Sûresi, 2:5.
2 : “Bil ki, Allah’tan başka ilâh yoktur. Günahın için istiğfar et.” Muhammed Sûresi, 47:19.
3 : Yani, Ondan başka Rezzâk yoktur. Ondan başka Hâlık yoktur. Ondan başka Rahmân yoktur.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âmm : genel
ârif : bilgide ileri olan
câmiiyet-i lafziye : sözün kapsamlılığı, çok geniş ve genel mânâları içine alması
cezbe : çekim
cihet : yön
Esmâ-i Hüsnâ : Allah’ın en güzel isimleri
felâh : kurtuluş
feza : uzay
gaye-i emel : emelinin gayesi, arzu edilen hedef
gıda-yı mânevî : mânevî gıda
hâkezâ : böylece, bunun gibi
hazfetmek : kaldırmak, aradan çıkarmak
huruf : harfler
ıtlak : genelleştirme, sınırlamama
ism-i câmi’ : bütün isimlerin mânâlarını içinde toplayan isim
kelâm : kelime, ifade
kıssat : kıssalar
maksat : gaye
mazhar : kavuşma, erişme
meczup : cezbeye kapılan, çekilen
merâtib : mertebeler
muntazam : düzenli, tertipli
mutlak : serbest bırakılmış, sınırı belirtilmemiş
müttakî : Allah’tan korkup emir ve yasaklarını titizlikle dinleyen
nail olmak : erişmek
nümune : örnek
rıza-i İlahî : Allah’ın rızası
rica etmek : ummak, ümit etmek
rüyet : Allah’ın cemâlini görme
rüyet-i İlâhî : Allah’ın cemâlini görme
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sükûnet : durgunluk, hareketsizlik
sükût : sessiz kalma
sülûk : mânevî yol alma
tabakat-ı evliya : velilerin tabakaları, dereceleri
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vücuh : yönler
Yükleniyor...