Hem rahmetin en lâtif cilvesine mazhar ve şefkatin en fedakâr bir hakikatine maden olan bir kadının haklı olarak zevcinden dâvâsını ve Cenâb-ı Hakka şekvâsını, umur-u azîme suretinde, Rahîm ismiyle, ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle, ciddiyetle bakar.

İşte, bu cüz’î maksadı küllîleştirmek için, mahlûkatın en cüz’î bir hadisesini işiten, gören, kâinatın daire-i imkânîsinden hariç bir Zât, elbette herşeyi işitir, herşeyi görür bir zat olmak lâzım gelir. Ve kâinata Rab olan, kâinat içinde mazlum, küçük mahlûkların dertlerini görmek, feryatlarını işitmek gerektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen, Rab olamaz. Öyle ise, اِنَّ اللهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ cümlesiyle iki hakikat-i azîmeyi tesbit eder. Hem meselâ,

سُبْحَانَ الَّذِىۤ اَسْرٰى بِعَبْدِهِ لَيْلاً مِنَ الْمَسْجِدِ الْحَرَامِ اِلَى الْمَسْجِدِ اْلاَقْصَا الَّذِى بَارَكْنَا حَوْلَهُ لِنُرِيَهُ مِنْ اٰياَتِنَاۤ اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ 1

İşte, Kur’ân, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın miracının mebdei olan, Mescid-i Haramdan Mescid-i Aksâya olan seyeranını zikrettikten sonra, اِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْبَصِيرُ der. اِنَّهُ daki zamir, ya Cenâb-ı Hakkadır veyahut Peygamberedir.

Peygambere göre olsa, şöyle oluyor ki: “Bu seyahat-i cüz’îde bir seyr-i umumî, bir uruc-u küllî var ki, tâ Sidretü’l-Müntehâya, tâ Kab-ı Kavseyne kadar merâtib-i külliye-i esmâiyede gözüne, kulağına tezahür eden âyât-ı Rabbâniyeyi ve acaib-i san’at-ı İlâhiyeyi işitmiş, görmüştür” der. O küçük, cüz’î seyahati, küllî ve mahşer-i acaip bir seyahatin anahtarı hükmünde gösteriyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Âyetlerimizden bir kısmını ona göstermek için kulunu bir gece Mescid-i Haramdan alıp, çevresini mübarek kıldığımız Mescid-i Aksâya seyahat ettiren Allah, her türlü noksandan münezzehtir. Şüphesiz ki O herşeyi hakkıyla işiten, herşeyi hakkıyla görendir.” İsrâ Sûresi, 17:1.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Dördüncü Söz / Sonraki Risale: Yirmi Altıncı Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

Aleyhissalâtü Vesselâm : Allah’ın salât ve selâmı onun üzerine olsun
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cilve : yansıma, görünüm
cüz’î : küçük
daire-i imkânî : birşeyin var veya yok olabilme ihtimallerini içine alan daire, kâinat
Hak : varlığı doğru ve gerçek olan, herşeyi hakkıyla yaratan ve her hakkın sahibi olan Allah
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i azîme : çok büyük gerçek
hariç : dışında
kâinat : evren, yaratılmış herşey
küllîleştirmek : genelleştirmek, kapsayıcı hale getirmek
lâtif : güzel, hoş
maden : kaynak
mahlûk : yaratık
mahlûkat : yaratıklar
maksat : kastedilen şey, gaye
mazhar : görünüm ve yansıma yeri
mazlum : zulme uğrayan
mebde’ : başlangıç
Mescid-i Aksa : Kudüs’te Hz. Süleyman tarafından yaptırılan mukaddes mescid
Mescid-i Haram : Mekke’de içinde Kâbenin bulunduğu büyük mescid
mirac : Peygamberimizin Allah’ın huzuruna yükselişi ve bütün kâinat âlemlerini gezdiği yolculuk
Rab : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah
Rahîm : sonsuz merhamet ve şefkat sahibi Allah
rahmet : şefkat, merhamet, acıma
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
Semî-i Mutlak : herşeyi kayıtsız şartsız işiten Allah
seyahat-ı cüz’î : küçük yolculuk
seyeran : seyahat, gezme
seyr-i umumî : umumi, geniş bir yolculuk
suret : şekil, biçim
şekvâ : şikâyet
tesbit etmek : sağlam şekilde yerleştirmek
teşekkî : şikâyet
umur-u azîme : çok büyük işler
zamir : ismin yerini tutan kelime
zevc : eş, koca
zevce : eş, hanım
zikretmek : anmak, belirtmek
Yükleniyor...