Evet, hakikat böyle iktiza eder. Zira, şu zeminimiz, semâya nisbeten küçüklüğü ve hakaretiyle beraber zîşuur mahlûklarla doldurulması, ara sıra boşaltıp yeniden yeni zîşuurlarla şenlendirilmesi işaret eder, belki tasrih eder ki, şu muhteşem burçlar sahibi olan, müzeyyen kasırlar misali olan semâvât dahi, nur-u vücudun nuru olan zîhayat ve zîhayatın ziyası olan zîşuur ve zevil’idrak mahlûklarla elbette doludur. O mahlûklar dahi, ins ve cin gibi, şu saray-ı âlemin seyircileri ve şu kâinat kitabının mütalâacıları ve şu saltanat-ı rububiyetin dellâllarıdırlar. Küllî ve umumî ubûdiyetleriyle, kâinatın büyük ve küllî mevcudatın tesbihatlarını temsil ediyorlar.

Evet, şu kâinatın keyfiyâtı, onların vücutlarını gösteriyor. Çünkü, kâinatı had ve hesaba gelmeyen dakik san’atlı tezyinat ve o mânidar mehâsinle ve hikmettar nukuşla süslendirip tezyin etmesi, bilbedâhe, ona göre mütefekkir istihsan edicilerin ve mütehayyir takdir edicilerin enzârını ister, vücutlarını talep eder. Evet, nasıl ki hüsün elbette bir âşık ister. Taam ise aç olana verilir. Öyle ise, şu nihayetsiz hüsn-ü san’at içinde gıda-yı ervah ve kut-u kulûb, elbette melâike ve ruhanîlere bakar, gösterir.

Madem bu nihayetsiz tezyinat, nihayetsiz bir vazife-i tefekkür ve ubûdiyet ister. Halbuki, ins ve cin, şu nihayetsiz vazifeye, şu hikmetli nezarete, şu vüs’atli ubûdiyete karşı, milyondan ancak birisini yapabilir. Demek, bu nihayetsiz ve çok mütenevvi olan şu vezâif ve ibadete, nihayetsiz melâike envâları, ruhaniyat ecnasları lâzımdır ki, şu mescid-i kebîr-i âlemi saflarıyla doldurup şenlendirsin.

Evet, şu kâinatın herbir cihetinde, herbir dairesinde, ruhaniyat ve melâikelerden birer taife, birer vazife-i ubûdiyetle muvazzaf olarak bulunurlar. Bazı rivâyât-ı ehâdisiyenin işârâtıyla ve şu intizam-ı âlemin hikmetiyle denilebilir ki, bir kısım ecsâm-ı câmide-i seyyâre, yıldızlar seyyârâtından tut, tâ yağmur katarâtına kadar, bir kısım melâikenin sefine ve merâkibidirler. O melâikeler, bu seyyârelere izn-i İlâhi ile binerler, âlem-i şehadeti seyredip gezerler ve o merkeplerinin tesbihatını temsil ederler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Otuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlem-i şehadet : görünen âlem, dünya
bilbedâhe : ap açık bir şekilde
dakik : ince
ecsâm-ı câmide-i seyyâre : gezici ve cansız gök cisimleri
enzâr : bakışlar, dikkatler
gıda-yı ervah : ruhların gıdası
hikmettar : hikmetli; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde olması
hüsn-ü san’at : san’at güzelliği
ins ve cin : insanlar ve cinler
intizam-ı âlem : kâinattaki düzenlilik
istihsan edici : beğenen, güzel bulan
işârât : işaretler
izn-i İlâhi : Allah’ın izni
katarât : damlalar
keyfiyât : özellikler, nitelikler
kut-u kulûb : kalplerin gıdası
merâkib : binekler
mescid-i kebîr-i âlem : büyük kâinat mescidi
mevcudat : varlıklar
muvazzaf : görevli
mütalâacı : etraflıca inceleyip düşünen
mütefekkir : düşünen, tefekkür eden
mütehayyir : hayrete düşen
mütenevvi : çeşit çeşit
nezaret : gözetim
nihayetsiz : sonsuz
nukuş : nakışlar, işlemeler
rivâyât-ı ehâdisiye : Peygamberimizden rivâyet edilen hadisler
ruhanî : maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âlemine ait varlık
ruhaniyât : maddî yapısı olmayan ve gözle görülemeyen ruh âleminin varlıkları
saltanat-ı Rububiyet : Allah’ın herşeyi kuşatan egemenliği
saray-ı âlem : kâinat sarayı
sefine : gemi
seyyârât : gezegenler
seyyâre : gezegen
taam : yiyecek
tesbihat : Allah’ı her türlü kusurdan yüce tutarak şanına layık ifadelerle anma
tezyin : süsleme
tezyinat : süslemeler
ubûdiyet : kulluk
umumî : genel
vazife-i tefekkür : tefekkür görevi
vazife-i ubûdiyet : kulluk görevi
vezâif : görevler
vücud : varlık
vüs’atli : geniş
Yükleniyor...