Güya onlardan herbir zerre bir vazifeyle bir muayyen mekâna gitmek için memurdur gibi, gayet muntazam toplanıyorlar. Hem gidişatından görünüyor ki, bir Fâil-i Muhtarın bir kanun-u mahsusuyla sevk edilip, cemâdat âleminden mevâlide, yani zîhayat âlemine girerler.

Sonra, nizâmât-ı muayyene ve harekât-ı muttarıda ile ve desâtir-i mahsusa ile, rızık olarak bir bedene girip, o beden içinde dört matbahta pişirildikten sonra ve dört inkılâbât-ı acîbeyi geçirdikten sonra ve dört süzgeçten süzüldükten sonra, bedenin aktârına yayılarak, bütün muhtaç olan âzâların muhtelif ve ayrı ayrı derece-i ihtiyaçlarına göre, Rezzâk-ı Hakikînin inâyetiyle ve muntazam kanunlarıyla inkısam ederler.

İşte, o zerrattan hangi zerreye bir nazar-ı hikmetle baksan göreceksin ki, basîrâne, muntazamâne, semîâne, alîmâne sevk olunan o zerreye, kör ittifak, kanunsuz tesadüf, sağır tabiat, şuursuz esbab hiç ona karışamaz.

Çünkü, herbirisi, unsur-u muhitten tut, tâ beden hücresine kadar, hangi tavra girmişse, o tavrın kavânîn-i muayyenesiyle güya ihtiyaren amel ediyor, muntazaman giriyor. Hangi tabakaya sefer etmişse, öyle muntazam adım atıyor ki, bilbedâhe bir Sâik-i Hakîmin emriyle gidiyor gibi görünüyor.

İşte, böyle muntazam tavırdan tavra, tabakadan tabakaya, git gide, hedef-i maksadından ayrılmayarak, tâ makam-ı lâyıkına, meselâ Tevfik’in gözbebeğine emr-i Rabbânî ile girer, oturur, çalışır.

İşte bu halde, yani erzaktaki tecellî-i rububiyet gösteriyor ki, iptidâ o zerreler muayyen idiler, muvazzaf idiler, o makamlar için namzet idiler. Güya herbirisinin alnında ve cephesinde “Filân hücrenin rızkı olacak” yazılı gibi bir intizamın vücudu, her adamın alnında kalem-i kader ile rızkı yazılı olduğuna ve rızkı üstünde isminin yazılı olmasına işaret eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi Sekizinci Söz / Sonraki Risale: Otuzuncu Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

aktâr : her taraf
alîmâne : bilerek
amel etmek : davranmak
âzâ : organlar
basîrâne : görerek
bilbedâhe : ap açık bir şekilde
cemâdat âlemi : cansız varlıklar âlemi
derece-i ihtiyaç : ihtiyaç derecesi
desâtir-i mahsusa : özel kurallar
emr-i Rabbânî : Allah’ın emri
erzak : rızıklar
esbap : sebepler
Fâil-i Muhtar : kendi istek ve iradesi ile iş gören Fâil, Allah
gayet : çok
gidişat : hal, vaziyet
güya : sanki
harekât-ı muttarıda : birbirini izleyen düzenli hareketler
hareket-i kasdî : amaçlı bir hareket
hedef-i maksad : asıl gaye, kastedilen hedef
ihtiyaren : kendi istek ve tercihiyle
inâyet : yardım, ikram, düzen, nizam
inkılâbât-ı acîbe : şaşırtıcı ve hayret verici değişimler
inkısam etme : bölünme, kısımlara ayrılma
iptidâ : başlangıç
işmam : hissettirme
ittifak : birleşme, birlik
kafile : grup, topluluk
kanun-u mahsus : özel kanun
kavânîn-i muayyene : belirli kanunlar
keyfiyet : nitelik, özellik
küre-i hava : hava küresi, atmosfer
makam : konum, yer
makam-ı lâyık : lâyık olduğu makam
matbah : mutfak
memur : görevli
mevâlid : doğumla çoğalanlar
muayyen : belirlenmiş
muhtelif : çeşitli
muntazam : düzenli
muntazaman : düzenli olarak
muntazamâne : düzenli şekilde
muvazzaf : görevli
namzet : aday
nazar-ı hikmet : varlıklardaki anlam ve ince sırları araştıran bakış
nizâmât-ı muayyene : belirlenmiş düzenler
Rezzâk-ı Hakikî : gerçek rızık verici olan Allah
Sâik-i Hakîm : herşeyi hikmetli bir şekilde bir amaca yönlendiren Allah
semîâne : işiterek
sevk etme : gönderme
Yükleniyor...