Sol tarafına bakar ki, dağlar misal bazı inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye arkalarında, Cennetin bağlarındaki saadet saraylarında kurulmuş bir ziyafet-i Rahmâniyeyi, o nur-u imanla uzaktan uzağa fark eder. Ve fırtına ve zelzele, tâun gibi hadiseleri, birer musahhar memur bilir. Bahar fırtınası ve yağmur gibi hâdisâtı, sureten haşin, mânen çok lâtif hikmetlere medar görüyor. Hattâ, mevti, hayat-ı ebediyenin mukaddimesi ve kabri, saadet-i ebediyenin kapısı görüyor. Daha sair cihetleri sen kıyas eyle; hakikati, temsile tatbik et.

ÜÇÜNCÜ NOKTA

İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet, hakikî imanı elde eden adam, kâinata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre, hâdisâtın tazyikatından kurtulabilir. “Tevekkeltü alâllah” der, sefine-i hayatta kemâl-i emniyetle, hâdisâtın dağlarvâri dalgaları içinde seyran eder. Bütün ağırlıklarını Kadîr-i Mutlakın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta istirahat eder. Sonra, saadet-i ebediyeye girmek için Cennete uçabilir. Yoksa, tevekkül etmezse, dünyanın ağırlıkları, uçmasına değil, belki esfel-i sâfilîne çeker.

Demek, iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dâreyni iktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek değildir. Belki, esbabı, dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs ise, bir nevi dua-yı fiilî telâkki ederek, müsebbebatı yalnız Cenâb-ı Haktan istemek ve neticeleri Ondan bilmek ve Ona minnettar olmaktan ibarettir.

Tevekkül eden ve etmeyenin misalleri, şu hikâyeye benzer: Vaktiyle iki adam, hem bellerine, hem başlarına ağır yükler yüklenip, büyük bir sefineye birer bilet alıp girdiler. Birisi, girer girmez yükünü gemiye bırakıp, üstünde oturup nezaret eder.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Yirmi İkinci Söz / Sonraki Risale: Yirmi Dördüncü Söz
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

berzah : kabir âlemi
cihet : yön
dağlarvâri : dağlar gibi
dest-i kudret : Allah’ın kudret eli
dua-yı fiilî : fiilî dua, gerekli şartları ve sebepleri yerine getirme
esbab : sebepler
esfel-i sâfilîn : aşağıların en aşağısı
hâdisat : olaylar
haşin : kırıcı, sert
hayat-ı ebediye : sonsuz hayat
iktiza : gerektirme
inkılâbât-ı berzahiye ve uhreviye : kabir ve âhiret âlemlerinde meydana gelen büyük değişiklikler
Kadîr-i Mutlak : sınırsız güç ve kudret sahibi Allah
kemâl-i emniyet : tam bir emniyet
lâtif : lütuf içeren, hoş, güzel
makamât-ı âliye : yüce makamlar
mânen : mânevî olarak
medar : sebep, vesile
mevt : ölüm
mukaddime : başlangıç, giriş
musahhar : boyun eğen, uysal
müsebbebat : sebeplerin sonuçları
müstakbel : gelecek zaman
nevi : tür, çeşit
nezaret etme : gözetme
nur-u iman : iman nuru
riayet etmek : uymak
saadet-i dâreyn : dünya ve âhiret mutluluğu
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
sair : diğer
sefine-i hayat : hayat gemisi
seyran etmek : seyretmek
sureten : görünüşte
tâun : veba, bulaşıcı ve ölümcül hastalık
tazyikat : baskılar, sıkıştırmalar
telâkki etmek : kabul etmek
temsil : kıyaslama tarzında benzetme, analoji
teşebbüs : başvurma
tevekkeltü alâllah : “Allah’a tevekkül ettim, dayandım”
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
yed-i kudret : Allah’ın kudret eli
ziyafet-i Rahmâniye : Allah’ın sonsuz rahmetiyle kullarına sunduğu ziyafetler
Yükleniyor...