İşte, Cenâb-ı Hak, şu âyetlerin lisan-ı remziyle mânen diyor ki: “Ey insanlar! Bana tam abd olan bir hemcinsinize, onun nübüvvetinin ismetine ve saltanatının tam adaletine medar olmak için, mülkümdeki muazzam mahlûkatı ona musahhar edip konuşturuyorum ve cünûdumdan ve hayvânâtımdan çoğunu ona hizmetkâr veriyorum. Öyle ise, herbirinize de madem gök ve yer ve dağlar hamlinden çekindiği bir emanet-i kübrâ1 tevdi etmişim, halife-i zemin olmak istidadını vermişim. Şu mahlûkatın da dizginleri kimin elindeyse, Ona râm olmanız lâzımdır tâ Onun mülkündeki mahlûklar da size râm olabilsin ve onların dizginleri elinde olan Zâtın namına elde edebilseniz ve istidatlarınıza lâyık makama çıksanız.

“Madem hakikat böyledir. Mânâsız bir eğlence hükmünde olan fonoğraf işlettirmek, güvercinlerle oynamak, mektup postacılığı yapmak, papağanları konuşturmaya bedel, en hoş, en yüksek, en ulvî bir eğlence-i mâsumâneye çalış ki, dağlar sana Dâvudvâri birer muazzam fonoğraf olabilsin; ve hava-i nesimînin dokunmasıyla eşcar ve nebatattan birer tel-i musikî gibi nağamât-ı zikriye kulağına gelsin; ve dağ, binler dilleriyle tesbihat yapan bir acâibü’l-mahlûkat mahiyetini göstersin; ve ekser kuşlar, hüdhüd-ü Süleymânî gibi birer mûnis arkadaş veya mutî birer hizmetkâr suretini giysin. Hem seni eğlendirsin, hem müstaid olduğun kemâlâta da seni şevk ile sevk etsin. Öteki lehviyat gibi, insaniyetin iktiza ettiği makamdan seni düşürtmesin.”

Hem meselâ, Hazret-i İbrahim Aleyhisselâmın bir mu’cizesi hakkında olan قُلْنَا يَا نَارُ كوُنِى بَرْداً وَسَلاَماً عَلٰۤى اِبْرهِيمَ 2 âyetinde üç işaret-i lâtife var.

Birincisi: Ateş dahi, sair esbâb-ı tabiiye gibi, kendi keyfiyle, tabiatıyla, körü körüne hareket etmiyor. Belki emir tahtında bir vazife yapıyor ki, Hazret-i İbrahim’i (aleyhisselâm) yakmadı; ve ona “yakma!” emrediliyor.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : bk. Ahzâb Sûresi, 33:72.
2 : “Ey ateş,’ dedik, ‘İbrahim için serin ve selâmetli ol.” Enbiyâ Sûresi, 21:69.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

abd : kul
acâibü’l-mahlûkat : yaratılmışların şaşırtıcı, hayret verici halleri
Aleyhisselâm : Allah’ın selâmı onun üzerine olsun
belki : aslında, gerçekte
Cenâb-ı Hak : Hakkın tâ kendisi olan yüce Allah
cünûd : askerler
Dâvudvâri : Hz. Dâvud gibi
eğlence-i mâsumâne : mâsumca, günahsız eğlence
ekser : pek çok
emanet-i kübrâ : en büyük emanet, halifelik
emir tahtında : emir altında
esbâb-ı tabiiye : doğal sebepler
eşcar : ağaçlar
fonoğraf : Gromofonun ilk şekli, ses cihazı
hakikat : gerçek
halife-i zemin : yeryüzü halifesi
haml : yüklenme
hava-i nesimî : hoş ve hafif rüzgar havası
hayvânât : hayvanlar
hizmetkâr : hizmetçi
hüdhüd-ü Süleymânî : Hz. Süleyman’ın haberleşme vasıtası olarak kullandığı kuş
iktiza etmek : gerektirmek
ismet : günahsızlık, masumluk
istidat : kabiliyet
işaret-i lâtife : güzel, hoş işaret
kemâlât : mükemmellikler
lehviyat : eğlenceler, oyunlar
lisan-ı remz : işaret dili
mahiyet : özellik, nitelik
mahlûk : yaratık
mahlûkat : yaratıklar
mânen : mânevî olarak
medar : sebep, vesile
mu’cize : bir benzerini yapma konusunda başkalarını âciz bırakan olağanüstü şey
muazzam : çok büyük
mûnis : dost, canayakın
musahhar etmek : boyun eğdirmek
mutî : itaat eden
mülk : hükmedilen yer, sahip olunan şey
müstaid : istidatlı, kabiliyetli
nağamât-ı zikriye : zikir nağmeleri
nebatat : bitkiler
nübüvvet : peygamberlik
râm olmak : boyun eğmek
sair : diğer
saltanat : sultanlık, egemenlik
suret : şekil
şevk : şiddetli arzu ve istek
tabiat : doğallık, yaratılış
tel-i musikî : musiki teli
tesbihat : Allah’ı öven ve kusurdan yüce tutan sözler
tevdi etmek : emanet etmek
ulvî : yüce
Yükleniyor...