Dördüncüsü: Cumhurun istidad-ı efkârı derecesinde şeriatın irşad etmesidir. Şöyle ki; Cumhurun âmiliği için hakâik-i mücerredeyi, me’lufları vasıta olmaksızın adem-i telâkkileri sebebiyle, müteşabihât ve teşbihat ve istiarat ile tasvir etmesidir. Hem de fünun-u ekvanda cumhurun hiss-i zâhir sebebiyle; hilâf-ı vakii, zarurî telâkki etmekle beraber; mebadî basamakları adem-i in’ikad ve tekemmülünden mağlataların vartalarına düşmemek için Şeriat, öyle mesailde ibham etti ve mutlak bıraktı. Lâkin hakikati îmadan hâlî bırakmadı.

Beşincisi:

Bir nokta:
Tevatür-ü kat’î ile sabittir ki; Nebiy-yi Kureyşî getirdiği dine, tebliğ ettiği şeriata herkesten ziyade mu’tekid, evamirine sırren ve cehren herkesten ziyade mümtesil, nevahisinden herkesten ziyade müctenip, mevaîdine herkesten ziyade mutmein, vaîdlerine herkesten ziyade mü’min ve müttakî ve ihbaratına herkesten ziyade musaddık ve Kur’ân’a herkesten ziyade muazzim ve ibadete herkesten ziyade âşık ve mehafetullaha herkesten ziyade münkad ve likaullah’a herkesten ziyade müştak olmuştur. Bütün ahvâl ve etvarı kemâl-i imanına ve nihayet derecede itminanına ve gayet rasîh itikadına delâlet ediyordu. Dünyada hiçbir sebep böyle bir zâtı ittiham edemez.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i in’ikad ve tekemmül : tam oluşmama ve mükemmele ulaşmamamış olma
adem-i telâkki : anlayamama, idrak edememe
âmilik : cahillik, bilgi seviyesinin düşük oluşu
cumhur : halk, ahali
ebed : sonu olmayan sonsuzluk
evamir : emirler
evham-ı seyyie : akla gelen kötü vehim ve kuruntular
fıtrat : yaratılış, mizaç
fünun-u ekvan : fizik, kimya, biyoloji, gökbilimi gibi maddî âlemle bağlantılı ilim dalları
hakâik-i mücerrede : soyut gerçekler
hakikat : gerçek
hâlî : boş, eksik
haricinde : dışında
hilâf-ı vaki : gerçek dışı, meydana gelen hâdise ve kanunlara ters
hiss-i zâhir : zâhirde ve varlığın dış yüzünde olanları kavrayan hisler, duyular; görme, işitme, tatma duyuları gibi (Varlığın mânâ boyutu ile ilgili sezgi ve ihtisaslara vesile olan aklî, rûhî, kalbî, vicdanî hislere hiss-i bâtın denir.)
ibham etme : belirsiz ve kapalı bırakma
imâ : ince bir şekilde işaret etme, ip uçlarıyla gösterme
irşad etme : doğru ve hak yolu gösterme
istiarat : istiareler; hakiki mânâ ile mecâzî mânâ arasındaki benzerlikten dolayı bir kelimenin mânâsını geçici olarak alıp başka bir kelime için kullanma san’atı
istidad-ı efkâr : düşünce yeteneği
Kelâm-ı Ezelî : ezelî söz; bütün zamanları kapsayan Allah’ın sözü; Kur’ân
lâkin : ancak
mağlata : zihni, aklı karıştıran söz
me’luf : alışılmış, ülfet edilmiş
mebadî : ilkeler, öncüller
mesail : meseleler
mevaîd : verilen sözler, vaadler
mu'tekid : inanan, gönülden kabul eden
mutlak bırakma : belirleyici bir sınır koymama
mutmein : kalben inanma
müctenip : çekinen, uzak duran
mümtesil : imtisal eden, sıkı sıkıya bağlanan ve yerine getiren
müteşabihât : Kur’ân ve hadiste, yüksek hakikatler anlatılırken kullanılan benzetmeler, teşbihler (Bu hakikatler yüksek olduğu için benzetmelerden hangi mânâların kastedildiği kolayca bilinemez. Bu sebeple bu benzetmelere müteşabihat denir.)
müteveccih : yönelen, yönelmiş olan
müttakî : çekinen, korkup uzak duran
Nebiy-yi Kureyşî : Kureyş kabilesine mensup olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
nevahi : yasaklar, yapılması yasaklanan işler
nevi beşer : insan türü, insanlık
saadet : mutluluk
sabit : ispatlanmış, kanıtlanmış
sırren ve cehren : gizli ve açık olarak
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tarf : görüş, bakış
tasvir etme : birşeyi sözle veya yazıyla anlatma, göz önünde canlandırma
tavk : takat, güç
tebliğ etme : bildirme, duyurma
tekebbür etme : kibirlenme, kendisini üstün ve büyük görerek reddetme
telâkki etme : anlama, idrak etme
teşbihat : teşbihler, benzetmeler; belirli bir maksadı ifade etmek için, aralarında ortak nitelikten dolayı birşeyi başka birşeye benzetme
tevatür-ü kat'î : yalan üzere birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından aktarılan, doğruluğunda şüphe olmayan haber
teveccüh etme : yönelme
tevessü etme : genişleme
vaîd : azap haberi
varta : tehlike
vasıta : araç
zarurî : zorunlu, mecburi
ziyade : fazla
Yükleniyor...