Onun hakk-ı sarîhi tasrihdir. Lâkin hîna ki, hissin galatı bizim mâ nahnü fîhimizi imkân derecesinden bedahete, yani cehl-i mürekkebe çıkardı. Onun nazar-ı belâgatte hiç inkâr olunmaz olan hakkı ise, ibham ve ıtlaktır. Ta ezhan, müşevveş olmasınlar. Fakat hakikate telvih ve remz ve îma etmek gerektir. Efkâr için kapıları açmak, duhule davet etmek lâzımdır. Nasıl ki, Şeriat-ı Garrâ öyle yapmıştır. Hem de istikrarsız, mütegayir ve mütegayyir, birbirine mükezzib fen ve felsefe nazariyatı; tarik ve menbaca ayrı olan vahyin nususuna ayar olamaz, mehenk olamaz.

Yahu insaf mıdır, taharri-i hakikat böyle midir ki; sen irşad-ı mahz ve ayn-ı belâgat ve hidayetin mağzı olan şeyi, irşada münâfi ve mübayin tevehhüm edesin! Ve belâgatça ayn-ı kemâl olan şeyi noksan tahayyül edesin! Acaba senin zihn-i sakîminde belâgat o mudur ki; ezhanı tağlit ve efkârı teşviş ve muhitin müsaadesizliği ve zamanın adem-i i’dadından ezhan müstaid olmadıkları için, ukûle tahmil edilmeyen şeyleri teklif etmek midir? Kellâ!

1 كَلِّمِِِ النَّاسَ عَلٰى قَدَرِ عُقُولِهِمْ bir düstur-u hikmettir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : İnsanlarla anlayış seviyelerine göre konuş.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem-i i’dad : hazır duruma getirememe, müsait olmama, elverişli olmama
ayn-ı belâgat : belâgatin ta kendisi
ayn-ı kemâl : olgunluğun, mükemmelliğin ta kendisi
bedahet : açıklık, açık gerçek
belâgat : sözün düzgün, kusursuz, yerinde, hâlin ve makamın icabına uygun olması
cehl-i mürekkeb : birşeyi bilmeme ve bilmediğinin de farkında olmama durumu
duhul : girme, giriş
düstur-u hikmet : hikmet düsturu, prensibi
efkâr : fikirler, düşünceler
ezhan : zihinler
fen : bilim
galat : yanlış, hata
hidayet : doğru ve hak yol, İslâmiyet
hîna : ne zaman ki
ıtlak : mutlak bırakma; işaret ettiği fertlerden teklik, çokluk gibi belli bir mânâ ile kayıtlamama, serbest bırakma
ibham : birşeyi üstü kapalı anlatma
îma : gizli ve ince bir mânâyı işaret etme, gösterme
imkân derecesi : olabilirlik derecesi, seviyesi
irşad : doğruyu gösterme
irşâd-ı cumhur : cumhurun irşadı, onlara doğru yolu gösterme
irşad-ı mahz : salt irşad ve tebliğ
isbat-ı Sâni-i Vâhid ve nübüvvet ve haşir ve adalet : herşeyi en mükemmel san’atla yaratan Allah’ın birliğinin, peygamberliğin, âhiret ve Mahkeme-i Kübrânın, adalet ve kulluğun ispatı
kellâ : asla hayır
lâkin : ancak, ama
mâ nahnü fîh : bizim içinde bulunduğumuz konu
mağz : öz, iç
maksud-u aslî : asıl gaye, hedef
mehenk : ölçü, altının ayarlarını ölçmeye yarayan ölçü taşı
menba : kaynak
muhit : çevre, ortam
mübayin : aykırı
mükezzib : tekzib eden, yalanlayan
münâfi : zıt, aykırı
münhasır : birşeye has, ait olma
müstaid : hazır, hazırlıklı
müşevveş olma : şaşırma
mütegayir : birbirine aykırı
mütegayyir : değişken
nazar-ı belâgat : belâgat ilmine göre, onun bakış açısına göre
nazariyat : teoriler, teorik bilgiler
nusus : nasslar; Kur’ân ve sahih hadis gibi kesin hüküm ifade eden metinler
onun hakk-ı sarîhi tasrihtir : onun açıkça hak ettiği şey, açık ve seçik olarak belirtilmesidir
remz : gizli bir mânâyı ince bir işaretle gösterme
Şâri’ : kanun koyucu, şeriatı gönderen Allah
şeriat-ı Garrâ : Allah tarafından bildirilen nurlu, parlak hükümlerin hepsi, İslâmiyet
tağlit : yanıltma
taharri-i hakikat : gerçeği araştırma, arama
tahayyül : hayal etme
tahmil edilme : yüklenme
tarik : yol
teklif etme : yükleme, sorumlu tutma
telvih : bir kinaye çeşididir; asıl mânâ ile kinâye yoluyla kastedilen mânâ arasındaki vesilelerin çok olması durumu
teşviş : karıştırma
tevehhüm : olmayan birşeyi var gibi kabul etmek, sanmak
ukûl : akıllar
vahy : Allah tarafından bir peygambere bildirilen emirler ve ona ilham olunan şeyler
zihn-i sakîm : hastalıklı zihin
Yükleniyor...