İkinci nükte: Nev-i insanda, hususan yüksek tabakasında, meslekleri ayrı ayrı hadsiz zâtlarda, gayet esaslı bir surette bulunan şedit bir aşk-ı lâhutî ve kuvvetli bir muhabbet-i Rabbâniye, bilbedahe misilsiz bir cemâle işaret, belki şehadet eder.

Evet, böyle bir aşk öyle bir cemâle bakar, iktiza eder ve öyle bir muhabbet böyle bir hüsün ister. Belki bütün mevcudatta lisan-ı hal ve lisan-ı kàl ile edilen umum hamd ve senâlar, o ezelî hüsne bakıyor, gidiyor. Belki Şems-i Tebrizî gibi bir kısım âşıkların nazarında, bütün kâinatta bulunan umum incizaplar, cezbeler, câzibeler, câzibedar hakikatler, ezelî ve ebedî bir hakikat-ı câzibedara işaretlerdir. Ve ecramı ve mevcudâtı Mevlevî-misâl pervane gibi raks ve semaa kaldıran cezbedarâne harekât ve deveran, o hakikat-ı câzibedarın cemâl-i kudsîsinin hükümdârâne tezahüratı karşısında âşıkane ve vazifedarâne bir mukabeledir.

Üçüncü nükte: Bütün ehl-i tahkikin icmâıyla, vücut hayr-ı mahzdır, nurdur. Adem şerr-i mahzdır, zulmettir. Bütün hayırlar, iyilikler, güzellikler, lezzetler, tahlil neticesinde vücuttan neş’et ettiklerini ve bütün fenalıklar, şerler, musibetler, elemler, hattâ mâsiyetler ademe râci olduğunu ehl-i akıl ve ehl-i kalbin büyükleri ittifak etmişler.

Eğer desen: Madem bütün güzelliklerin menbaı vücuttur, vücutta küfür ve enâniyet-i nefsiye dahi var?

Elcevap: Küfür ise, hakaik-ı imaniyeyi inkâr ve nefy olduğundan ademdir. Enâniyetin vücudu ise, haksız temellük ve âyinedarlığını bilmemek ve mevhumu muhakkak bilmekten ileri geldiğinden vücut rengini ve suretini almış bir ademdir.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Altıncı Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

adem : hiçlik, yokluk
âşıkane : âşık gibi
aşk-ı lâhutî : Cenâb-ı Hakka olan sevgi ve aşk
âyinedarlık : ayna olma, aynalık
bilbedâhe : çok açık bir şekilde
câzibe : çekim gücü
câzibedar : çekici
cemâl : güzellik
cemâl-i kudsî : mükemmel ve kusursuz güzellik
cezb etmek : çekmek
cezbedârâne : kendinden geçerek
deveran : devirler, dolaşımlar
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ecram : gök cisimleri, yıldızlar
ehl-i akıl : akıl yoluyla meselelere yaklaşanlar
ehl-i kalb : kalb yoluyla meselelere yaklaşanlar
ehl-i tahkik : gerçeği bütün detaylarına kadar araştıranlar
enâniyet : benlik, gurur
enâniyet-i nefsiye : nefsin kendini beğenmesi, bencilliği
ezelî : varlığının başlangıcı olmayan, sonsuz
hakaik-i imaniye : iman hakikatleri
hakikat-ı cazibedar : çekici hakikat, gerçek
hamd : övgü ve şükür
harekât : hareketler
hayr-ı mahz : sırf hayırdan ibaret, saf iyilik
hususan : özellikle
hükümdârâne : hükmederek
hüsün : güzellik
icmâ : fikir birliği
iktiza etmek : gerektirmek
incizap : bir şeyin çekiciliğine kapılma
ittifak etmek : birleşmek
kâinat : evren
küfür : inkârcılık
lisan-ı hâl : hâl ve beden dili
lisan-ı kal : söz ile anlatım
mâsiyet : günah, isyan
menba : kaynak
mevcudat : varlıklar
mevhum : gerçekte olmadığı halde var sayılan
Mevlevî-misâl : Mevlevîlik tarîkatına mensup olan ve Allah aşkıyla kendi etraflarında dönenler gibi
misilsiz : benzersiz
muhabbet : sevgi
muhabbet-i Rabbâniye : her şeyin Rabbi olan Allah’a duyulan sevgi
muhakkak : kesin
mukabele : karşılık verme
musibet : belâ, büyük sıkıntı
nazar : bakış, görüş
nefy : inkâr, red
neş’et etmek : doğmak, kaynaklanmak
nev-i insan : insan türü, insanlık
nükte : ince anlamlı söz
râci olmak : ait olmak, dönük olmak
raks : oyun
semaa kalkmak : Mevlevî dervişlerinin kollarını iki yana açıp dönmeleri
senâ : övme ve yüceltme
suret : biçim, şekil
şedit : şiddetli
şehadet etmek : şahitlik, tanıklık yapmak
şer : kötülük, fenalık
şerr-i mahz : sırf şerden ibaret, sırf kötülük
temellük : sahiplenme
tezâhürât : görünmeler, belirmeler
umum : bütün
vazifedarâne : vazifeli olarak
vücud : var olma
zulmet : koyu karanlık
Yükleniyor...