Bu makama ait gayet mühim iki şıklı bir suâle gayet muhtasar ve kuvvetli bir cevaptır.

Suâlin Birinci Şıkkı

Bu makamda diyorsun ki: “Kâinatı hüsün ve cemâl ve güzellik ve adalet ihata etmiştir. Halbuki, gözümüz önünde bu kadar çirkinliklere ve musibetlere ve hastalıklara ve beliyyelere ve ölümlere ne diyeceksin?”

Elcevap: Çok güzellikleri intaç veya izhar eden bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Ve çok güzelliklerin görünmemesine ve gizlenmesine sebep olan bir çirkinliğin yok olması, görünmemesi, yalnız bir değil, belki müteaddit defa çirkindir. Meselâ, vâhid-i kıyasî gibi bir kubh bulunmazsa, hüsnün hakikatı birtek nevi olur; pek çok mertebeleri gizli kalır. Ve kubhun tedahülü ile mertebeleri inkişaf eder. Nasılki soğuğun vücuduyla hararetin mertebeleri ve karanlığın bulunmasıyla ziyanın dereceleri tezahür eder. Aynen öyle de, cüz’î şer ve zarar ve musibet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nimetler ve küllî güzellikler tezahür ederler.

Demek çirkinin icadı çirkin değil, güzeldir. Çünkü, neticelerin çoğu güzeldir. Evet, yağmurdan zarar gören tembel bir adam, yağmura rahmet namını verdiren hayırlı neticelerini hükümden iskat etmez, rahmeti zahmete çeviremez.

Amma, fena ve zevâl ve mevt ise, Yirmi Dördüncü Mektupta gayet kuvvetli ve kat’î burhanlarla ispat edilmiş ki, onlar umumî rahmete ve ihatahüsne ve şümûlhayra münâfi değiller; belki muktezalarıdırlar. Hattâ şeytanın dahi, mânevî terakkiyat-ı beşeriyenin zembereği olan müsabakaya ve mücahedeye sebep olduğundan, o nev’in icadı dahi hayırdır, o cihette güzeldir. Hem, hattâ kâfir, küfürle bütün kâinatın hukukuna bir tecavüz ve şerefini tahkir ettiğinden, ona cehennem azabı vermek güzeldir. Başka risalelerde bu iki nokta tamamen tafsil edildiğinden, burada bir kısa işaretle iktifa ediyoruz.
• • •
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

bîçare : çaresiz
burhan : delil
Cemîl-i Mutlak : sınırsız güzellik sahibi olan Allah
cihet : yön, taraf
cüz’ : kısım, parça
cüz’î : ferdî, küçük
evham : vehimler, kuruntular
fena : geçicilik, yok olma
gayet : son derece
hakikat : doğru, gerçek
hararet : ısı, sıcaklık
haşiye : dipnot
hayr : iyilik, güzel iş
hayr-ı mutlak : her yönüyle hayırlı
hükümden iskat etmek : hükümsüz hale getirmek
hüsn : güzellik
icad : var etme, yaratma
ihata : içine alma, kapsama
iktifa etmek : yetinmek
inkişaf etmek : açığa çıkmak
intaç eden : netice veren
izale etmek : gidermek, ortadan kaldırmak
izhar : açığa çıkarma, gösterme
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kat’î : kesin
kubh : çirkinlik
küllî : kapsamlı, geniş
mevt : ölüm
mukteza : gerektirici sebep, bir şeyin gereği
musibet : belâ, büyük sıkıntı
mücahede : gayret sarfetme, mücadele
münâfi : aykırı, zıt
müptelâ : bağımlı, düşkün
müsabaka : yarışma
müteaddit : birçok, çeşitli
nam : ad
nevi : çeşit, tür
Rahîm-i Mutlak : sınırsız şefkat ve merhamet sahibi olan Allah
rahmet : merhamet, ihsan, bağış
risale : küçük çaplı kitap, mektup; Risale-i Nur’da yer alan bölümlerden her birisi
şer : kötülük
şümûl : kapsamlı ve kuşatıcı olma
tafsil : ayrıntılı açıklama
tedahül : içine girme, dahil olma
terakkiyât-ı beşeriye : insanlığa ait gelişmeler, ilerlemeler
tezahür etmek : görünmek, ortaya çıkmak
umumî : genel
vahid-i kıyasî : ölçü birimi
vücud : varlık, var oluş
Zât-ı Ganiyy-i Ale’l-Itlak : her cihetle hiçbir şeye muhtaç olmayan Zât, Allah
zemberek : hareketi sağlayan güç kaynağı
zevâl : yok olma
ziya : ışık
Yükleniyor...