Evet, “Mu’cizat-ı Ahmediye” risale-i harikada üç yüzden ziyade nakl-i sahihle ispat ettiği gibi, o zât (a.s.m.) 1 وَانْشَقَّ الْقَمَرُ ve 2 وَمَا رَمَيْتَ إِذْ رَمَيْتَ وَلٰكِنَّ اللّٰهَ رَمٰى âyetlerinin sarahatiyle, avucunun bir parmağıyla kamer iki parça olması; ve nakl-i sahih ve tevatürle, aynı avucun beş parmağından beş çeşme su akması ve susuz kalan bütün ordusu o sudan içmesi ve şahit olması ve bu acîb hârika iki defa başka yerde vuku bulması; ve aynı avuçla bir parça toprağı, hücum eden düşman ordusuna atarak, herbirisinin gözüne bir avuç toprak girmesiyle hücumda iken kaçmaları; ve aynı avuçta küçük taşlar, insanlar gibi tesbih edip Sübhânallah demeleri gibi nakl-i sahihle ve bir kısmı tevatürle tarihlerde kat’iyen vukua gelen yüzer ve ehl-i tahkikin yanında bine kadar mu’cizat, elinde zuhuru; ve dost ve düşmanların ittifakıyla, onda güzel hasletlerin ve ahlâk-ı hasenenin en yüksek derecesinde HAŞİYE bulunması; ve arkasında tebaiyetle sülûk edip kemâlâta erişen ve hakikate aynelyakîn yetişen bütün ehl-i tahkik, ittifakla kemâlât-ı Muhammediye (a.s.m.) en yüksek derecede bulunduğuna hakkalyakîn tasdikleri; ve onun dininden gelen âlem-i İslâmın füyuzâtı ve koca İslâmiyetin hakikatleri onun harika kemâlâtına delâlet eder. Elbette o zât (a.s.m.), bizzat kendi risaletine gayet parlak ve küllî, geniş şehadet eder demektir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Ay yarıldı.” Kamer Sûresi, 54:1.
2 : “Attığın zaman sen atmadın, ancak Allah attı.” Enfâl Sûresi, 8:17.
HAŞİYE : Hattâ şecaat kahramanı Hazret-i Ali (radıyallahu anh) diyor: “Harpte biz korktuğumuz zaman, Peygamberin (a.s.m.) arkasına saklanır, tahassun ederdik.” Şecaat gibi her haslette fâik olduğunu o zaman düşmanları dahi tasdik ettiklerini tarihler naklediyorlar…
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Beşinci Şuâ / Sonraki Risale: Birinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acib : hayret verici, şaşırtıcı
ahlâk-ı hasene : güzel ahlâk
âlem-i İslâm : İslâm dünyası
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
aynelyakîn : gözlem ve müşahedeye dayanarak, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
delâlet : delil olma, işaret etme
ehl-i tahkik : gerçeği araştıran ve delilleriyle bilen âlimler
fâik : üstünlük
füyuzât : feyizler, mânevî bolluk ve bereketler
hakikat : gerçek ve doğru
hakkalyakîn : bizzat yaşamak suretiyle, kuşkuya yer bırakmayacak şekilde kesin bilme
haslet : huy, karakter
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
ihtivâ : içerme, içine alma
ittifak : birleşme, oy birliği
kamer : ay
kat’iyen : kesin olarak
kemâlât : faziletler, iyilikler, ahlâk ve huy güzellikleri
kemâlât-ı Muhammediye : Hz Muhammed’e (a s m ) mahsus mükemmellikler, faziletler
küllî : genel, kapsamlı
mu’cizât : Allah’ın izniyle peygamberler tarafından ortaya konulup bir benzerini yapmakta başkalarını aciz ve hayrette bırakan olağanüstü işler
nakletme : haber verme, aktarma
nakl-i sahih : bir hadîs-i şerifin Peygamber Efendimizden (a.s.m.) doğru ve sağlam kanallarla aktarılması
radiyallahu anh : Allah ondan razı olsun
risalet : peygamberlik
sarahat : açıklık
sübhanallah : Allah her türlü eksiklikten sonsuz derecede yücedir
sülûk : mânevî yol alma, yürüme
şâhit olma : tanık olmak
şecaat : yiğitlik, cesurluk
şehadet : şahitlik, tanıklık
tahassun : sığınma, korunma
tasdik : doğrulama, onaylama
tebaiyet : tabi olma, uyma
tesbih : Allah’ı her türlü noksan ve kusurdan yüce tutarak şanına lâyık ifadelerle anma
tevatür : yalan üzerine birleşmeleri mümkün olmayan bir topluluk tarafından bildirilen haber veya hadîs
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
zuhur : ortaya çıkma, görünme
Yükleniyor...