İkinci nokta: O ehl-i vukuf , Beşinci Şuâdaki rivayetlerin bir kısmına zayıf ve bir kısmına mevzu demişler ve te’villerinin bir kısmına yanlış demişler ki, bu Afyon’da aleyhimizde iddianame o tarzda yazılmış ve on beş sahifede seksen bir yanlış yaptığını bir cetvelde ispat etmişiz. Muhterem ehl-i vukuf o cetveli görsünler. Birtek nümunesi şudur:

İddiacı demiş: “Bütün te’villeri yanlıştır ve o rivayetler, ya mevzu veya zayıftır.”

Biz dahi deriz: Te’vil demek, yani “Bu mânâ bu hadîsten murad olmak mümkündür, muhtemeldir” demektir. Mantıkça o mânânın imkânını reddetmek ise, muhaliyetini ispat etmekle olur. Halbuki o mânâ gözle göründüğü ve tahakkuk ettiği gibi, hadîsin mânâ-yı işârî tabakasının külliyetinde bir fert olması bilmüşahede mu’cizâne bir lem’a-yı ihbar-ı gaybîyi bu asrın gözüne gösterdiğinden, hiçbir cihetle kàbil-i inkâr ve itiraz olamaz. Hem o “Bütün rivayetler mevzudur veya zayıftır” iddiacının demesi üç vech ile yanlış olduğu, cetvelde ispat edilmiş.

Birisi: Bir milyon hadîsi hıfzına alan İmam-ı Ahmed ibn-i Hanbel ve beş yüz bin hadîsi hıfzeden İmam-ı Buhârî’nin cesaret edemedikleri ve o nefyin ispatı kàbil olmadığı ve bütün hadîs kitaplarını görmediği ve ümmetin ekseriyeti her asırda o rivayetlerin mânâlarının zuhurlarını veya o küllînin bir ferdini görmesini bekledikleri ve ümmetçe telâkki-i bilkabul derecesine yakınlaşmış ve ayn-ı hakikat bazı nümune ve fertleri meydana çıkıp görüldüğü halde, o rivayetleri külliyetle inkâr etmek on cihetle hatadır.

İkinci vecih: “Mevzudur” mânâsı, “Bu rivayet an’aneli, senedli hadîs değil” demektir. Yoksa mânâsı yanlıştır demek değildir. Madem ümmette, hususan ehl-i hakikat ve keşif ve bir kısım ehl-i hadîs ve ehl-i içtihad kabul edip mânâlarının vukularını beklemişler. Elbette o rivayetlerin durûb-u emsal gibi umuma bakan hakikatleri vardır.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âlim : ilim sahibi, çok bilgili olan
an’ane (li sened) : hadis rivayetinde (aktarmasında) Peygamber Efendimize (a.s.m.) varıncaya kadar “filandan, o da filandan” şeklinde oluşan isim listesi
ayn-ı hakikat : gerçeğin ta kendisi
bilmüşahede : görüldüğü gibi
cihet : yön, taraf
durûb-u emsal : darb-ı meseller, ata sözleri
ehl-i hadîs : hadîs âlimleri
ehl-i hakikat ve keşif : gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve ihsanıyla bilen kimseler
ehl-i içtihad : içtihad yapma kàbiliyeti olan büyük din âlimleri
ekseriyet : çoğunluk
ferd : birey
fitne : bozgunculuk, ara bozma
hadîs/hadis-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat : gerçek, asıl ve esas
hıfz eden : ezberleyen
hıfzına alan : ezberleyen
hususan : bilhassa, özellikle
kabil : mümkün
kabil-i inkâr : inkar edilebilir
küllî : genel, kapsamlı
külliyet : genellik, kapsamlılık
lem’a-yı ihbar-ı gaybî : gelecekte olacak gaybî olayları haber veren bir parıltı
mânâ-yı işârî : işarî mânâ, Kur’ân’ın mânâ tabakalarından birisi
meşrep : hareket tarzı, metod
mevzu (hadis) : uydurma hadîs; hadis olmadığı halde Peygamber Efendimize (a.s.m.) dayandırılan uydurma söz
mezhep : dinde tutulan yol
mucizâne : mu’cizeli bir şekilde
muhaliyet : imkânsızlık
muhtelif : çeşitli
muhtemel : ihtimal dahilinde
murad olmak : istemek, kast etmek
nefy : inkâr
nümune : örnek, misal
riayet : uyma, gözetme
rivayet : Peygamberimizden duyulan veya görülen şeylerin nakledilmesi
sarih : açık
senet : Hz. Peygamberden (a.s.m.) nakledilen bir hadisi rivayet edenlerden oluşan liste
suret : biçim, şekil
tahakkuk : gerçekleşme
te’vil : yorum
telâkki-i bilkabul : olduğu gibi veya rivâyet edildiği gibi kabul edilip inanılması
umum : bütün, genel
ümmet : Hz. Peygambere inanıp onun yolundan giden mü’minler
vecih : şekil, tarz
vuku : gerçekleşme, meydana gelme
zuhur : belirme, görünme
Yükleniyor...