Birincisi: Âhirde iki vazife, gerçi hakikat noktasında birinci vazife derecesinde değiller. Fakat hilâfet-i Muhammediye (a.s.m.) ve ittihad-ı İslâm avamda ve ehl-i siyasette, hususan bu asrın efkârında o birinci vazifeden bin derece geniş görünüyor. Gerçi her asırda hidayet edici bir nevi mehdî ve müceddid geliyor ve gelmiş. Fakat herbiri üç vazifeden birisini bir cihette yapması itibarıyla, âhirzamanın büyük mehdîsi ünvanını almamışlar.

İkincisi: Âhirzamanın o büyük şahsı, Âl-i Beytten olacak. Gerçi mânen ben Hazret-i Ali’nin (r.a.) bir veled-i mânevîsi hükmündeyim. Ondan hakikat dersini aldım. Ve Âl-i Muhammed (a.s.m.) bir mânâda hakikî Nur şakirtlerine şâmil olmasından, ben de Âl-i Beytten sayılabilirim. Fakat Nurun mesleğinde hiçbir cihette benlik, şahsiyet, şahsî makamları arzu etmek, şan ve şeref kazanmak olmaz. Nurda ihlâsı bozmamak için uhrevî makamat dahi bana verilse, bırakmaya kendimi mecbur bilirim diye, yarı muvafakat şeklinde bir cevap verilmekte HAŞİYE ve bu mehdîlik teklifi açık ve kesin olarak reddedilmemektedir.
• • •
“Bu fıkradaki hâdiseler vâkıa mutabık ve acîp bir tarzda “Beni mahzun etmeyiniz, zemin hiddet eder” dediğimden üç dakika sonra zelzele olmasını hayret ve taaccüple tahsin etmek şefkatin iktizası olduğu halde, medar-ı tenkit olamaz.
Dört saat ifadesi alınıp sıkıntı çekmesinden on saat sonra, âdetâ aynı zamanda iki milyon lira zarar veren Maarif yangını gösterdi ki, Risale-i Nur belâların def’ine bir vesiledir ki, Nurlara hücum edildi, belâ yol buldu, geldi” denilmektedir.

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

HAŞİYE : Ey insafsız heyet! Bundan daha keskin red cevabı nasıldır? Nur Talebeleri Namına Hüsrev
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

acip : acayip, şaşırtıcı
âhir : son
âhirzaman : dünya hayatının kıyamete yakın son devresi
Âl-i Muhammed : Peygamber Efendimizin soyundan gelenler
asır : yüzyıl
avâm : halk tabakası, sıradan insanlar
bîçare : çaresiz, zavallı
cihet : şekil, yön
efkâr : fikirler, düşünceler
ehl-i siyaset : siyasetle uğraşanlar, politikacılar
evliya : Allah dostları, veliler
fıkra : kısım, bölüm
hâdise : olay
haşiye : dipnot, açıklayıcı not
hidayet : doğru yola erdirme
hiddet etmek : öfkelenmek, kızmak
hilâfet-i Muhammediye : Hz. Muhammed’den (a.s.m.) sonra onun dâvâsının temsil edilmesi
hususan : bilhassa, özellikle
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
iktiza : gerektirme
iltibas : karıştırma
itibarıyla : özelliğiyle
ittihâd-ı İslâm : İslâm birliği
kerâmet-i gaybiye : Allah’ın bir ikramı olarak, Onun sevgili kullarının gelecekten olağanüstü bir şekilde haber vermesi
mahzun : hüzünlü
makamat : makamlar
mânen : mânevî yönden
medar-ı tenkit : tenkit sebebi
mutabık : uygun
muvafakat : uygunluk
müceddid : yenileyici; hadîs-i sahih ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren Peygamber vârisi olan âlim zât
mümessil : temsilci
namına : adına
nevi : çeşit, tür
şahs-ı mânevî : belirli bir kişi olmayıp bir topluluktan meydana gelen mânevî kişilik, tüzel kişilik
şahsî : kişisel
şakirt : öğrenci, talebe
şamil : içine alan, kapsamlı
taaccüb : hayret etme, şaşkınlık
tahkikat : araştırmalar
tahsin etmek : güzel bulmak
te’vil : yorum
telâkki etmek : anlamak, kabul etmek
uhrevî : âhirete dair
ünvan : ad, nam
vâkıa : vuku bulmuş, gerçekleşen
veled-i mânevî : mânevî evlat
zelzele : deprem
zemin : yer
Yükleniyor...