İşte biz Bediüzzaman’a ve eserlerine bu gözle bakıyoruz. Acaba mumaileyhe sırf imanımızdan neş’et eden bu bağlılığımız ve Kur’ân’ın ve beyanat-ı Muhammediyenin (a.s.m.) küfür ve ahlâk hakkındaki şiddetli tevbih ve tezyiflerine bu imanımız dolayısıyla iştirakimiz, bizi levs-i fâni addedilen siyasetçi mi yaptı? Yoksa yirmi beş seneden beri din hakikatlerini öğrenemeyen ve helâk-i mutlaka giden soyumuzun bir kısım evlâtlarına, onları helâk-ı ebedîden kurtarmak için, Allah ve Resulünden, hakikat ve Kur’ân’dan haber vermek, onların temiz ruhlarını mâsum vicdanlarını ıslah etmeye hiç ifsad denilir mi?

Sayın hâkimler; Biz asla siyasetçi değiliz. Biz siyaseti, bizim gibi siyaset ehli olmayana binbir çeşit veballer, tehlikeler ve mes’uliyetler taşıyan bir meslek biliriz. Fâni zevâhire de zaten kıymet vermeyiz. Dünyaya ancak rıza-yı İlâhîye bizi götüren hayırlı vechesiyle bakıyoruz. Bu itibarla siyaset peşinde koşmayı ve devlet mefhumuyla mübareze ittihamını şiddetle reddediyoruz. Eğer böyle bir kasıt olsaydı, yirmi beş seneden beri ednâ bir tezahür olurdu.

Evet, bizim menfî bir cephemiz, ahlâksızlığa ve imansızlığa müteveccih bir takbih tarafımız var. Bu sırf imandan ve Kur’ân’ın bu mevzular üzerindeki şiddet-i beyan ve azamet-i tevbihine bizzarure iştirakimizden ileri geliyor. Eğer bu esbab-ı mucibe, samimiyetin ve ihlâsın, hakikat ve safvetin bu tarz-ı beyanı size kanaat vermediyse, bize ne şekil isterseniz ceza veriniz. Lâkin unutmayınız ki, bugün altı yüz milyon insanın mensubiyetini taşıdığı Hazret-i İsa (a.s.) zamanının idarecileri tarafından sırf insanlığın saadeti için kalbi çarptığı ve emanet-i tebliği hâmil bulunduğu sebeplerle âdi bir hırsız gibi idama mahkûm edilmişti. Biz hür söylediğimizden dolayı mâruz kalacağımız bu mahkûmiyeti iftiharla karşılayacağız. Ve sadece 1 حَسْبُنَا اللّٰهُ وَنِعْمَ الْوَكِيلُ nidasıyla dergâh-ı Kàdiyü’l-Hâcâta el açacağız.
Afyon Cezaevinde mevkuf Ortaklar Bucağından
Ahmet Feyzi Kul
• • •

Dipnotlar - Arapça İbareler - Haşiyeler:

1 : “Allah bize yeter; O ne güzel vekildir.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:173.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On Üçüncü Şuâ / Sonraki Risale: Beşinci Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

addedilen : sayılan, kabul edilen
âdi : basit, sıradan
azamet-i tevbih : azarlamanın büyüklüğü
beyanat-ı Muhammediye : Hz. Muhammed’in (a.s.m.) açıklamaları
bizzarure : kaçınılmaz şekilde, zorunlu olarak
ednâ : basit, en küçük
ehil : yetkili, uzman
emanet-i tebliğ : tebliğ, anlatma emaneti
esbab-ı mucibe : gerektirici sebepler
alâkadar : alâkalı, ilgili
beşer : insanlık
dergâh-ı Kàdiyü’l-Hâcât : bütün ihtiyaçları karşılayan Allah’ın yüce katı
diplomat : becerikli, söz söyleyebilen
entrikacı : dalavere çeviren, dolap çeviren
fazilet : güzel ahlâk, erdem
feda etme : uğruna her şeyi gözden çıkarma
habbeyi kubbe yapma : küçük bir şeyi büyütme, abartma
hâlis : samimi, temiz
idam-ı ebedî : dirilmemek üzere sonsuz yok oluş
iftihar : övünme
kemâl : kusursuz, güzel
makam-ı iddia : iddia makamı
mazarrat : zararlar, ziyanlar
mevhum : gerçekte olmadığı halde varsayılan
mevkuf : tevkif edilmiş, tutuklu
mukàbil : karşılık
müceddit : yenileyici; sahih hadîs ile her yüz senede bir geleceği bildirilen, dinin hakikatlerini asrın ihtiyacına göre ders veren, Peygamber vârisi olan âlim zât
müdafaa : savunma
müftehirâne : iftihar ederek, gurur duyarak
nidâ : seslenmek, çağırmak
nüsha : kopya
serâpâ : tepeden tırnağa, baştan aşağıya
şakirt : öğrenci, talebe
tarz : şekil
tereddütsüz : şüphede kalmayacak şekilde
teşvik etmek : cesaretlendirmek, şevklendirmek
tevazu : alçakgönüllülük
uzv-u nâfi’ : faydalı uzuv, organ
zarfında : içinde
fâni : gelip geçici olan
hakikat : asıl, doğru gerçek
hâmil : taşıyan
helâk-ı ebedî : sonsuz mahvoluş, bitiş
helâk-i mutlak : kesin yok oluş
ıslah etme : iyileştirme, düzeltme
ifsad : bozma
iftihar : övünme
ihlâs : samimiyet, ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme
iştirak : katılma
ittiham : suçlama
kanaat verme : inandırmama, razı etme
lâkin : ama
levs-i fâni : dünyanın geçici işleri, eğlenceleri
mahkûm edilme : cezalandırılma, hüküm giyme
mahkûmiyet : hükümlülük, tutukluluk
mâruz : birşeyin tesirine uğramak veya uğratmak
mefhum : kavram
menfi : olumsuz, negatif
mensubiyet : mensup olmak, bağlı ve ait olmak
mes’uliyet : sorumluluk
mevzu : bahis, konu
mumaileyh : kendisine işaret edilen, ismi önce geçen
mübareze : karşı koyma, çarpışma
müteveccih : yönelik
neş’et eden : kaynaklanan, meydana gelen
Resul : elçi, peygamber; Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.)
rıza-yı İlâhî : Allah'ın rızası, hoşnutluğu
saadet : mutluluk
safvet : arılık, berraklık
samimiyet : içtenlik
şiddet-i beyan : açıklamanın şiddeti
takbih : kötüleme
tarz-ı beyan : açıklama biçimi
tevbih : azarlama
tezahür : görünme, belirme
tezyif : küçük düşürme
vebal : günah, zarar
vech : cihet, yön, taraf
zevâhir : aldatıcı şan ve şeref
Yükleniyor...