Aziz kardeşlerim; Ben tahmin ediyordum ki, hakikî ve en son müdafaanamemiz, Denizli hapsinin meyvesi olan risalecik olacak. Çünkü, evvelce bazı evham yüzünden bir seneden beri aleyhimize geniş bir tarzda çevrilen plânlar bunlardır: “Tarîkatçılık, komitecilik ve haricî cereyanlarına âlet olmak ve dinî hissiyatı siyasete âlet etmek ve Cumhuriyet aleyhinde çalışmak ve idare ve âsâyişe ilişmek” gibi asılsız bahanelerle bize hücum ettiler. Cenâb-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, onların plânları akîm kaldı. O kadar geniş bir sahada, yüzer talebelerde, yüzler risalede, on sekiz sene zarfındaki mektup ve kitaplar da, hakikat-i imaniyeden ve Kur’âniyeden ve âhiretin tahkikinden ve saadet-i ebediyeye çalışmaktan başka birşey bulmadılar. Plânlarını gizlemek için gayet âdi bahaneleri aramaya başladılar. Fakat hükûmetin bazı erkânını iğfal edip aleyhimize çeviren dehşetli ve gizli bir zındıka komitesi şimdi doğrudan doğruya küfr-ü mutlak hesabına bize hücum etmek ihtimaline karşı, güneş gibi zâhir ve şüphe bırakmaz ve dağ gibi metin, sarsılmaz olan Meyve Risalesi onlara karşı en kuvvetli bir müdafaa olup onları susturacak diye bize yazdırıldı zannediyorum.

Said Nursî
• • •

Aziz kardeşlerim; bu Cuma gününde mühim bir hizb okurken siz hatıra geldiniz. “Bu musibetten kurtulmak için ne yapacağız?” lisan-ı hâl ile dediniz. Benim kalbime bu geldi: Sıkı bir tesanüdle, el ele, omuz omuza veriniz. Çünkü, birbirinden ve Risale-i Nur’dan ve benden çekinmek ve inkâr etmek ve bizi ezmek isteyen gizli kuvvete dalkavukluk etmek gibi tedbirleri yapanların zarardan başka hiçbir menfaatleri yoktur. Sizi temin ederim, eğer bilseydim ki benden teberri etmekle kurtulacaksınız, beni tahkir ve ihanet ve gıybet etmeye izin verip helâl ederdim. Fakat, bizi ezmek isteyen gizli kuvvet sizi biliyor, aldanmıyor; za’fınızdan, teberrînizden cesaret alır, daha ziyade ezer. Hem mesleğimiz hıllet ve uhuvvet olduğundan, şahsiyet ve enaniyet cihetinden bir rekabet olmaz. Benim gibi çok kusurlu ve çok zaif bir biçarenin noksaniyetlerine değil, belki Risale-i Nur’un kemalâtına bakmalı.

Said Nursî

• • •

« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On İkinci Şuâ / Sonraki Risale: On Dördüncü Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âdi : basit, değersiz
akîm : neticesiz, sonuçsuz
asayiş : düzen, nizam
ayn-ı zarar : zararın ta kendisi
aziz : çok değerli, izzetli
celb etmek : çekmek
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan sonsuz şeref ve yücelik sahibi Allah
cereyan : akım, hareket
erkân : rükünler, bir topluluğu oluşturan önemli fertlerden her biri, ileri gelenler
evham : kuruntular, şüpheler
gayet : son derece
hadsiz : sayısız, sınırsız
hakikat-i imaniye : iman hakikati
haricî : dışa ait
hasâret : zarar, kayıp
hissiyat : duygular, hisler
iğfal etmek : gaflete düşürerek kandırmak, aldatmak
îma : çok ince işaret, alâmet
komite : belli bir amaç için bir araya gelen ve faaliyet gösteren cemiyet
küfr-ü mutlak : tam bir küfür, inkâr; hiçbir kutsal değere inanmama
Meyve Risalesi : On Birinci Şuâ
müdafaa : savunma
müdafaaname : savunma metni
münafık : iki yüzlü, inanmadığı halde inanmış görünen
nisbeten : kıyasla, oranla
nokta-i istinad : dayanak noktası
ref’ : kaldırma, etkisiz bırakma
remiz : ince işaret
remzen : işareten
risale : mektup, küçük çaplı kitap; Risale-i Nur Külliyatı’nda bulunan her bir bölüm
saadet-i ebediye : sonsuz mutluluk
tahkik : doğruluğunu araştırma
tatil : bir işe ara vermek, araya engel girip kesintiye uğramak
zâhir : açık, gözle görülür
zelzele : deprem, sarsıntı
zındıka : dinsizlik, inançsızlık
acîp : şaşırtıcı, hayranlık verici
akıbetsiz : neticesiz
aziz : çok değerli, izzetli, saygın
biçare : çaresiz
cihet : yön, taraf
enaniyet : ben, benlik
fâni : geçici, ölümlü
fenâ : geçip gitme, kaybolma
firak : ayrılık
gıybet : başkalarının arkasından hoşlanmayacağı şekilde konuş-ma, çekiştirme
hakikî : doğru, gerçek
hıllet : samimî dostluk
hizb : Kur'ân'daki sûrelerden belli bir bölüm veya duadan bir kısım
iftirak : ayrılma
kader : Allah’ın meydana gelecek hâdiseleri olmadan önce bilmesi, takdir etmesi, plânlaması
kemâlât : mükemellikler, kusursuzluklar
lisan-ı hâl : hâl dili
medar-ı teselli : teselli kaynağı
menfaat : çıkar, fayda
meşakkat : güçlük
musibet : belâ, felaket, sıkıntı
noksaniyet : noksanlık, eksiklik
sıddık : çok doğru ve bağlı
tahkir : hakaret etme, küçümseme
teberri : uzak durma, uzaklaşma
tesanüd : dayanışma
teşekkî : şikâyet
uhuvvet : kardeşlik
za’f : zayıflık, güçsüzlük
zaif : zayıf
zâyiat-ı mâliye : ekonomik, mâli kayıplar
zevâl : geçip gitme, ölme
ziyade : çok, fazla
Yükleniyor...