Ve Risale-i Nur’dan tam ders aldıklarını ihsas edip, Risale-i Nur’un ilmî ve imanî kısmının ekseriyet-i mutlaka ile vâkıfâne yazıldığını ve Said ise hem samimî, hem ciddî kanaatlerini beyan ederek ondaki kuvvet ve iktidar, isnad edildiği gibi tarîkat icadı veya cemiyet kurmak veya hükûmetle mübareze etmek değildir, belki yalnız Kur’ân’ın hakikatlerini muhtaçlara bildirmek kuvvet ve iktidarıdır diye müttefikan karar vermişler. Ve “gayr-ı ilmî” tabir ettikleri mahremlere karşı demişler ki: “Bazen cezbeye ve şuurun heyecanına ve ihtilâl-i ruhiyeye kapılmasından, bu eserlerle mes’ul olmamak lâzım geliyor” mânâsını ifham ediyorlar. Ve “Eski Said”, “Yeni Said” tâbirinde iki şahsiyet; ve ikincisinde, fevkalâde bir kuvvet-i imaniye ve ilm-i hakaik-i Kur’âniye mânâsını, feylesofların hatırı için “Bir nevi cezbe ve ihtilâl-i dimâğiye ihtimali var” diye hem bizi şiddetli tabiratın mes’uliyetinden kurtarmak, hem muarızlarımızı okşamak için “sem u basar cihetinde halüsinasyon hastalığı ihtimali nazar-ı dikkate alınabilir” demişler. Onların bu ihtimalini esasıyla çürüten, ellerine geçen ve bütün akılları geri bırakan Nur Risaleleri ve bütün avukatlara hayret veren Müdafaa ve Meyve Risaleleri kâfi ve vâfi bir cevaptır. Ben çok şükrediyorum ki, bir hadîs-i şerifin mazhariyeti bu ihtimalle bana verilmiş.

Hem o ehl-i vukuf, bütün kardeşlerimizi ve beni tam tebrie edip derler: “Said’in âlimâne ve vâkıfâne eserlerine iman ve âhiretleri için bağlanmışlar; hiçbir cihette hükümete karşı bir suikastlarına dair bir sarahat ve bir emâre, ne muhaberelerinde ve ne de kitap ve risalelerinde bulmadık” diye o hey’etin ittifakıyla karar verip biri feylesof Necati, biri Yusuf Ziya (âlim), biri de feylesof Yusuf namlarında imza etmişler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: On İkinci Şuâ / Sonraki Risale: On Dördüncü Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âhiret : öteki dünya, öldükten sonraki sonsuz hayat
âlimane : âlimlere yakışır surette
sem u basar : göz ve kulak; görme ve işitme
beyan etmek : açıklamak
bid’iyyât : bid’alar; aslen dinde olmayıp sonradan ortaya çıkan ve dine zarar verici yeni âdet ve uygulamalar
cemiyet : topluluk, dernek
cezbe : Allah sevgisiyle kendinden geçer bir hale gelme
cihet : yön, taraf
ehl-i dalâlet : doğru ve hak yoldan sapan kimseler
ehl-i vukuf : bilirkişi
ekseriyet-i mutlaka : büyük çoğunluk
emâre : belirti, işaret
fevkalâde : olağanüstü
feylesof : filozof; felsefe ile uğraşan, felsefeci
gayr-ı ilmî : ilmî olmayan
hadîs-i şerif : Peygamber Efendimizin (a.s.m.) mübarek söz, fiil ve hareketi veya onun onayladığı başkasına ait söz, iş veya davranış
hakikat : asıl, gerçek, doğru
halüsinasyon : gerçekte olmayan bir şeyi varmış gibi görme, olmayan bir şeyi varmış zannetme ve işitme, hayal etme
hükûmet : idare, yönetim
icad : var etme, ortaya çıkarma
ifham : anlatma, bildirme
ihsas etmek : hissettirmek
ihtilâl-i dimâğiye : akıl karışıklığı
ihtilâl-i ruhiye : ruhî karışıklıklar, çalkantılar
iktidar : güç, kudret
ilm-i hakaik-i Kur’âniye : Kur’ân hakikatlerinin ilmi
isnad etmek : dayandırmak
kâfi : yeterli
kuvvet-i imaniye : iman gücü
mahrem : gizli olan, herkese söylenmeyen, gizli sır
mazhariyet : erişme ve nail olma hali
mes’ul : sorumlu
mes’uliyet : sorumluluk, yükümlülük
Meyve Risalesi : On Birinci Şuâ
muarız : karşı gelen, karşıt
muhafaza etmek : korumak
mübareze etmek : karşı koymak, çarpışmak
müdafaa (Müdafaat Risalesi) : Üstad Bediüzzaman ve Risale-i Nur talebelerinin çeşitli mahkemelere sundukları savunmaların yer aldığı risale
müttefikan : birleşerek, fikir birliğiyle
nazar-ı dikkat : dikkate alma, dikkatle bakma
nevi : çeşit, tür
sarahat : açıklık
suikast : kötü maksat, niyet
şahsiyet : kişilik
şer : kötülük, zarar
şuur : bilinç
tâbir : deyim, ifade, adlandırma
tabirat : tabirler, ifadeler
tarîkat : tasavvufta Allah’a ulaştıran yol
tebrie etmek : bir suçlamadan uzak bulmak, aklamak
tebrie etmek : suçtan uzak bulmak, aklamak
vâfi : yeterli
vâkıfâne : bilerek, hakim olarak
Yükleniyor...