Evet, bu iki meyve, hem gıda ve kut, hem fâkihe ve yemiş, hem çok lezzetli taamların menşeleri olmakla beraber, susuz bir kumda ve kuru bir toprakta duran bu ağaçlar, o derece bir mu’cize-i kudret ve bir harika-i hikmettir ve öyle bir helvalı şeker fabrikası ve ballı bir şurup makinesi ve o kadar hassas bir mizan ve mükemmel bir intizam ve hikmetli ve dikkatli bir san’attırlar ki, zerre kadar aklı bulunan bir adam, “Bunları böyle yapan, elbette bu kâinatı yaratan Zât olabilir.” demeye mecburdur.

Çünkü, meselâ bu gözümüz önünde bir parmak kadar asmanın üzüm çubuğunda yirmi salkım var. Ve her salkımda, şekerli şurup tulumbacıklarından yüzer tane var. Ve her tanenin yüzüne incecik ve güzel ve lâtif ve renkli bir mahfazayı giydirmek; ve nazik ve yumuşak kalbinde, kuvve-i hafızası ve programı ve tarihçe-i hayatı hükmünde olan sert kabuklu, ceviz içli çekirdekleri koymak; ve karnında cennet helvası gibi bir tatlıyı ve âb-ı kevser gibi bir balı yapmak; ve bütün zemin yüzünde, hadsiz emsalinde aynı dikkat, aynı hikmet, aynı harika-i san’atı, aynı zamanda, aynı tarzda yaratmak, elbette bedahetle gösterir ki, bu işi yapan bütün kâinatın Hâlıkıdır. Ve nihayetsiz bir kudreti ve hadsiz bir hikmeti iktiza eden şu fiil, ancak Onun fiilidir.

Evet, bu çok hassas mizana ve çok maharetli san’ata ve çok hikmetli intizama, kör ve serseri ve intizamsız ve şuursuz ve hedefsiz ve istilâcı ve karıştırıcı olan kuvvetler ve tabiatlar ve sebepler karışamazlar, ellerini uzatamazlar. Yalnız, mef’uliyette ve kabulde ve perdedarlıkta, emr-i Rabbânî ile istihdam olunuyorlar.

İşte, bu üç âyetin işaret ettikleri üç hakikatin tevhide delâlet eden üç nüktesi gibi, hadsiz ef’âl-i Rabbâniyenin hadsiz cilveleri ve tasarrufları, ittifakla, birtek vâhid-i ehad bir Zât-ı Zülcelâlin vahdetine şehadet ederler.
« Önceki Sayfa  | | Sonraki Sayfa »
Önceki Risale: Altıncı Şuâ / Sonraki Risale: Dokuzuncu Şuâ
Ekranı Genişlet
Lügat Listesi

Lügatler :

âb-ı kevser : Cennetteki Kevser Irmağının suyu
bedâhet : açıklık, aşikâr olma
bilhassa : özellikle
cilve : görüntü, yansıma
delâlet etmek : delil olmak, işaret etmek
ef’âl-i Rabbâniye : herbir varlığa yaratılış gayelerine ulaşmaları için muhtaç olduğu şeyleri veren, onları terbiye edip idaresi ve egemenliği altında bulunduran Allah’ın fiilleri
emr-i Rabbânî : bütün varlıkları yaratılış gayelerine göre terbiye edip idaresi ve egemenliği altında tutan Allah’ın emri
emsal : benzer
fâkihe : meyve
hadsiz : sınırsız
hakikat : doğru, gerçek
Hâlık : yaratıcı, herşeyi yaratan Allah
harika-i hikmet : hikmet harikası
harika-i san’at : san’at harikası
hayvânât : hayvanlar
hikmet : fayda, gaye; herşeyin belirli gayelere yönelik olarak, mânâlı, faydalı ve tam yerli yerinde yaratılması
hüsn-ü san’at : san’at güzelliği
iktiza etmek : gerektirmek
intizam : düzen
intizam-ı mutlak : mutlak, mükemmel düzen
istihdam olunmak : çalıştırılmak, görevlendirilmek
kâinat : evren, bütün yaratılmışlar
kesret-i mutlaka : mutlak, sayısız çokluk
kudret : Allah’ın bütün varlığı kuşatan güç ve iktidarı
kut : gıda
kuvve-i hafıza : bellek, hafıza duyusu
lâtif : güzel, hoş
maharet : beceri, hüner
mahfaza : koruma kılıfı
mef’ûliyet : edilgenlik, yapılmışlık; bir failin fiilinin tesiriyle olma durumu
menşe : kaynak, kök
mevcudat : varlıklar
mizan : ölçü, denge
mu’cize-i kudret : Allah’ın kudret mu’cizesi
nebatat : bitkiler
nihayetsiz : sonsuz
sühulet-i mutlaka : sonsuz ve tam kolaylık
sür’at-i mutlaka : sınırsız hız
şehadet etmek : şahitlik, tanıklık etmek
şurup : sulu ve şekerli içecek
şuur : bilinç, anlayış
taam : gıda, yiyecek
tarihçe-i hayat : hayat hikâyesi
tasarruf : faaliyet, icraat, dilediği gibi kullanma
tevhid : birleme; herşeyin bir olan Allah’a ait olduğunu bilme ve inanma
vahdet : birlik
Vâhid-i Ehad : birliği herşeyi kapladığı gibi herbir şeyde de ayrı ayrı görülen Allah
Zât-ı Zülcelâl : sonsuz büyüklük ve haşmet sahibi olan Zât, Allah
zemin : yeryüzü, dünya
zerre : atom
Yükleniyor...